En güzel sabahların uykularını, en dönülmez akşamların ufuklarını, bugünlerden ekilen amellerin yarınlarını ve daha nicesini verdiğimiz dünyadan; bir ikindi serinliği almak mümkün olmuyor çoğu zaman…
Şöyle kütüphanenin yanındaki pencerenin tülünün hafif hafif sallandığı, güneşin eğik ışıklarının ağaç yaprakları arasından odada dalgalandığı, siyah beyaz bir fotoğrafın duvardan el salladığı…
Yarınının sabahına kölelik planlanmamış, alarmı otomatik kurulmamış, en kadim dostlar unutulmamış bir ikindi serinliği sadece… olmuyor işte, bu doymak bilmeyen dünya; dünlerimizi alıp yarınlarımızı vermiyor…
Aldığı yıllarımıza bir ikindi serinliğini çok görüyor. Bir kitap kokusunu, el yapımı bir ahşap dokusunu, sabah namazından sonra uyumamaya niyetlenilmiş bir gece uykusunu vermiyor, aldıklarının yerine…
Dünyayı hiç bekletmeyen biz, daha ne kadar onun alıp alıp vermeyişini bekleyeceğiz… kitaplara, peygamberlere, sahabelere, medeniyetlere, savaşlara doymayan dünya, bizim kulluğumuzdan gasp ettiğimiz ibadetlerle, sonsuzluğumuzdan çaldığımız saatlerle doyacak mı? Dünyevi bir menfaate bin hesap yapan biz, varımızı yoğumuzu verip “ya doyarsa” deyip bekleyecek miyiz? “Tamam artık” deyip verecek mi bize; bir ikindi serinliği…
İkindinin Rabbi her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilir ki; vermeyecek! Biz bekledikçe… emaneti sahibine teslim edene dek, biz almadıkça vermeyecek!
İmansız bir firmanın şehirler arası otobüsünde geçirilen vakit namazı gibi, yitirilmesin ikindilerimiz… Öylece beklemeyelim… her şeyin akıp gittiği, bekaya namzet bu fanilikler aleminde, en yapmamamız gereken şey, öylece beklemek…
Şimdi o otobüsü durdurup, yolların, yılların, her şeyin Rabbine, Rabbimize secde vakti.. O’nun adına Onun adıyla faniliklere DUR deyip, bekaya BAŞLAMA vakti… Bismillah…