Site icon Karınca Misali

Batılı Gözüyle Türkler- 14

MOLTKE, Helmuth von (1800-1891) 26 Ekim 1800’de Parchim’de (Meclenburg-Schwerin) Danimarkalı bir generalin ve Prusyalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Askerî eğitimini Danimarka’da aldı ve 1819’da subay olarak mezun oldu. 1822’de Prusya hizmetine girdi. 1835-1839 yılları arasında yüzbaşı rütbesiyle Türkiye’de bulundu ve kendisini ileride de etkileyecek olan gerçek savaşla ilgili ilk ciddi tecrübelerini burada edindi…

Bir Türk hamamında yıkanmayanın ömründe hiç yıkanmamış olmasını söyleyesi geliyor…

Bir ermeni ailesinin ev hayatına bir göz atış pek meraklı bir şey; bu ermenilere aslında Hıristiyan Türkler demek mümkün! Bu hâkim milletin adâletinden, hatta lîsanından o kadar çok şeyler almışlar. Halbuki onlar kendi özelliklerini çok daha fazla muhafaza etmişler. Hıristiyan oldukları için dinlerine uyarak ancak bir kadın almalarına müsaade ediliyor. Fakat bu kadın hemen hemen Türk kadınları kadar gözden uzak kalıyor…

Doğrusunu söylemek lazımsa şunu itiraf etmeliyiz ki bizde bir genç kız nişanlılıktan evliliğe geçtiği zaman bir basamak inmiş olur… Doğuda kadının payesi evlilikle yükselir. Kocasının emir kulu olsa da ev idaresinde hizmetçileri, uşakları, kızları ve oğullarının âmiridir. Bununla şunu söylemek istiyorum ki, biz bir yönde belki çok ileri gidiyoruz, öbür yönde de ermeniler değil amma Türkler çok ileri gidiyorlar.

Peygambere inananlar Hıristiyanlığın yüzyıllardan beri kök salmış memleketlerini zaptetmişler. Havarilerin klasik toğrağı, Korint ve Efes, Nikomedya, İskenderiye, sinotlar ve kiliseler şehri İznik, hep onların buyruğu altına girmişti. Hatta Hıristiyanlığın bir beşiği… Filistin ve Kudis Müslümanların eline geçmiş ve onlar Avrupa’nın bütün şövalyelerine karşı burayı savunmuşlardı.

Roma İmparatorluğunun uzun ömrüne son vermek ve bin yıldan fazla bir zamandan beri İsa ve azizlerin kutlandığı AYASOFYA kilisesini Allah’a ve Peygambere adamak da onlara nasip olmuştur.

Konstanz’da dini meseleler üzerine çekişilir, Ortodoks kilisesi ile Katolik kilisesi arasında anlaşma imkansız hale gelir ve kırk milyon Hıristiyan papaların egemenliğinden çıkmaya hazırlanırken Müslümanlar, Steiermark ve Salzburg’a kadar muzafferane ilerlemişlerdi. O zamanki Avrupa’nın en başta gelen hükümdarı, Alman imparatoru başşehrinden kaçmıştı. Neredeyse Viyana’daki Stefhan kilisesi de Bizans’taki Ayasofya gibi bir câmi olacaktı.

O zamanlar Afrika çöllerinden Hazar denizine ve Hint Okyanusundan Atlantik kıyılarına kadar bütün memleketler padişahın emrinde idi. Venedik ile Alman imparatorları Bâbı-Âli’nin haraç defterinde kayıtlı idiler. Akdeniz kıyılarının dörtte üçü ona boyun eğmişti; Nil , Fırat ve hemen hemen Tuna Türk nehirleri, Ege ve Karadeniz iç denizleri olmuştu.

Padişah (II.Mahmut, Rusçuk’ta) başkâtibi aracılığı ile bir nutuk verdi. Burada, hazır bulunanlara, hallerini görüp kanaat getirmek için gelmiş olduğunu, şehirlerini ve kalelerini yeniden inşa ettirmek, memlekette nizam ve refahı bizzat sağlamak arzusunda olduğunu, kanun ve adâletin yalnız başşehirde değil memleketin her yerinde uygulanması gerektiğini söyledi.

“Siz Rumlar” dedi. “Siz Ermeniler, siz Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebâamsınız; dinlerini başka başkadır, fakat hepiniz kanunun ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin; bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve sizin refahınızdır” sonunda Sultan, reâya arasında kimsenin bir şikayeti olup olmadığını ve kiliselerin tamire ihtiyacı bulunup bulunmadığını sordu.

Bu memlekette padişah yolculuk masraflarını para olarak ödüyor. Duyduğuma göre yanında iki buçuk milyon gulden para, bundan başka da birçok kıymetli eşya götürmektedir. Hiçbir fakirin ya da sakatın yanından geçmedik ki Padişah, adamları aracılığıyla bir altın göndermiş olmasın. Yola çıkış sırasında Şumnu fakirleri için onbin gulden bıraktı.

Ne zaman geriye baksam dilekçelerini başlarının üstüne kaldıran kadın gurupları görüyordum. O zaman bir subay atını onlara doğru sürüyor, kağıtları topluyor, bütün bu postayı hünkâr imamına vermek üzere eğer ceplerine sokuyordu.

Ge.en gün Padişah, pek ustalıkla kendi sürdüğü dört atlı faytonunda gidiyordu; fakir bir kadın, bir değneğin ucuna taktığı kağıdını elinden gelebildiği kadar uzatmış, fakat pek hızlı gidildiği için kimse onu fark etmedi. Sadece Padişah gördü; atları durdurdu, subayların birini gönderip kağıdı aldırdı, sonradan yeniden arabasını sürdü.

…Padişah etrafındakilere karşı o kadar tekellüfsüz bir açık yüreklilik ve hayırhahlıkla davranıyor ki bütün o sıkı resmiyete rağmen herkes huzur içinde. Padişahı böyle gördüğü zaman insan yirmi bin yeniçerinin başını kestirenin aynı adam olduğunu düşünmemeli.

Prens Ghika ile Prens Sturdza ve Eflak’tan efendilerine saygılarını sunmak için geldiler. Ben onların kabul merasimini görmeyi çok merak ediyordum. Merasim pek onların hoşuna gidecek gibi olmadı; bu yarı hükümdarlar Padişah gelip çadırına ininceye kadar ve tuvaletini yapıncaya kadar herhalde bir sâyebanın altında kadife minderlere oturmuş olarak kabul etti. Arkalarından boyar’ları Prensler, kollarını karınları üzerine kavuşturmak üzere yürüdüler; iki diz üstüne çöktüler ve haşmetpehânın eteğini öptüler. O da kendisine on bin duka takdim etmelerine müsaade lütfunda bulundu.

MOLTKE, Helmuth von (1800-1891)

Batılı Gözüyle Türkler Konulu Diğer Okumalar için► tıklayabilirsiniz.

-+

————————————–

Exit mobile version