Site icon Karınca Misali

Hazret-i Ebûbekir (R.A.)

Hz. Ebûbekir (R.A.), Resûlüllah Efendimizin (S.A.V.) birinci halifesidir. Asıl ismi Abdullah’dır. Câhiliye devrinde bile mümtaz bir şahsiyete sahipti. Muhitinin en itibarlı insanlarındandı. Tek sevmediği şey putperestlikti. İffetliydi, o zamanlarda bile fuhuş ve behimi arzulara iltifat etmeyen bir karakter taşıyordu.Ekser insanlar, müşkillerini ona çözdürürlerdi. Müdebbir ve hakîmdi; merkezî bir şahsiyetti. Şefkati itibariyle de müstesna idi.

Nübüvvetten evvel ezelî ve ebedî bir nur ve hakikatin taharrisinde idi. Bu hakikati idrak edecek bir şuur ve kabul edecek bir fıtrat taşıyordu. Aradığı ezelî esrarın anahtarlarının Peygamberimizde olabileceğini hissetmişti. Hissettiğini bekledi ve buldu.

…Sevr mağarasında da ikinciydi; hicrette de ikinciydi, sadakatta, ihlasta, fedakârlıkta, feragatte de ikinciydi…

Hz. Ebûbekir Efendimiz (R.A.) bütün harblerde Peygamber Efendimizle (S.A.V.) beraber bulunmuş ve O’nun yanında savaşarak bütün gücüyle O’nun (S.A.V.) muhafazasına çalışmıştı.

Hz. Ebûbekir’in (R.A.) faziletleri sayılamayacak kadar çoktur, desek mübalağa etmiş olmayız. Makam münasebetiyle bunlardan sadece birkaçını nazara vermekle iktifa edeceğiz.

İmam-ı Gazalî Hazretleri İhya-u Ulûm’unda bu hadis-i şerifi te’yid eden bir başka hadis daha zikreder: “Ebûbekir sizin üzerinize namaz, oruç çokluğuyla üstün kılınmadı. Ancak kalbindeki marifetullah ile sizden üstün kılındı.”

En büyük bir kemal, en büyük bir fazilet olan bu iman üstünlüğünün keyfiyetini bizler layıkınca kavrayamıyoruz. Ancak ilim, ibadet, güzel ahlak, adalet gibi kendi takdir sahamıza giren ve eserlerini müşahede ettiğimiz faziletlere bakıp hüküm veriyoruz.

O’na Sıddîk ünvanını kazandıran da yine bu üstün imanı idi. Şöyle ki: “Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.) mi’racdan teşrif ettiklerinde, müşrikleri bu hadiseyi kabul etmediler ve kendi akıllarınca büyük bir delil bulduklarını zannederek, derhal Hz. Ebûbekir Efendimizin yanına koştular. “İşittin mi?” dediler. “Muhammed şimdi ne söylüyor? Mi’raca çıktığından, bütün mahlukatı geride bırakarak Kavseyn makamına erdiğinden ve Allah ile bizzat görüştüğünden bahsediyor.” Bu sözler karşısında Hz. Ebûbekir (R.A.) kendilerine şu soruyu sordu:

Bunu Hz. Muhammed mi (S.A.V.) söylüyor?

Evet, dediler.

Öyle ise doğrudur. Ondan yalan sâdır olmaz, buyurdular.

İşte, zahirde tek bir cümle gibi görünen bu hüküm, hakikatte Allah ve Resûlüne karşı sonsuz bir imanın tercümanı olmuş ve bu hadise üzerine kendisi Sıddîk ünvanına kavuşmuştur.

Hz. Ebûbekir Efendimizin bir diğer lakâbı da Atik idi. Bir gün, Efendimiz Hazretleri, Hz. Ebûbekir’in (R.A.) yüzüne muhabbetle bakmış ve: “Bu Cehennem ateşinden âzad olmuştur.” buyurmuşlardı. Kendisine Atik lakâbı bu hadise üzerine verilmişti.

Hz. Ali Efendimiz (R.A.) yemin ederek:

“Sıdkı getirene ve O’nu tasdik edenlere gelince, işte onlar takvâya erenlerin tâ kendileridir.” (Zümer Sûresi, 33) ayet-i kerimesinin Hz. Ebûbekir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Yine, Said İbn-i Cübeyr (R.A.) de:

“Ey iman edenler, Allah’dan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.” (Tevbe Sûresi, 119) ayet-i kerimesinin Hz. Sıddîk ve Hz. Ömer hakkında nazil olduğunu beyan etmiş ve “Çünkü hakiki sıddîklar bunlardır” buyurmuştur.

Keza,

“Kim, Allah ve Peygamberine itaat ederse onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla; şehidlerle, salihlerle (salih kullarla) beraberdirler.” (Nisâ Sûresi, 69) ayet-i kerimesinde sıddîklar buyurulmakla, Hz. Ebûbekir Efendimize; şehidler buyurulmakla da diğer üç çâr-yâr efendilerimize işaret edildiği belirtilmiştir.

“Bunun izahı şudur ki, Hz. Ebûbekir (R.A.) İslam’a girdi. Hz. Osman, Talha, Zübeyr, Saad İbn-i Ebî Vakkas, Abdurrahman bin Avf (R.A.) birlikte Hz. Ebûbekir’in yanına geldiler. Dediler ki, ‘Sen Muhammed’in peygamberliğine inandın ve tasdik ettin mi?’ Hz. Ebûbekir de, ‘Amenna ve saddaknâ inandım ve tasdik ettim; O doğru sözlü bir peygamberdir, Siz de O’na iman ediniz.’ diyerek hepsini Resûllüllah’ın (S.A.V.) huzuruna götürdü. Hepsi de iman ettiler.”

Dikkate şayandır ki, bu zatların beşi de bilahare Cennetle müjdelenmişlerdir. Yani, Aşere-i Mübeşşere’dendir.

“Bize her nimet verene, iyilik edene mükafatını verdik. Ancak Ebûbekir’in iyiliğinin ikramının karşılığını veremedik. O’na Cenab-ı Hak Hazretleri kıyamette ikramda bulunacak, mükafatını verecektir. Bana Ebûbekir’in malının verdiği faide gibi hiç kimsenin malının faidesi olmadı. Eğer dost edinseydim Ebûbekir’i dost edinirdim. Fakat ben Allah’ın dostuyum, Ebûbekir benim kardeşimdir.”

“Ya Ebâbekir, biraz sabret, belki benim hicretim için de bir izn-i İlahi ola” buyurmuştu. Az zaman sonra Resûlüllah Efendimiz, İlahi iznin geldiğini haber verdi ve böylece birlikte hicret ettiler.

O gün için Resûllüllah Efendimizin hizmetinde nice güzide sahabeler ve çok yakın akrabaları bulunduğu halde, Hazret-i Sıddîk’ı tercih etmesi ve İlahi iznin de bu yolda olması, O’nun ne derece makbul ve ne derece sadık bir zat olduğunu aşikare göstermektedir.

Hicret sırasında, mağarada bir gece birlikte kalmaları ve o süre içinde nice feyizlere, nurlara kavuşması ve o tehlikeli zamanda Resûl-i Ekrem Efendimizin O’nun kucağında uyuması, huzur bulması da, meselenin diğer mühim bir yönüdür.

Müşrikler mağaranın kapısına doğru yaklaştıklarında Hz. Ebûbekir (R.A.) çok telaşa kapılmış ve endişesini Peygamber Efendimize (S.A.V.) şöyle ifade etmişti:

“Ya Resûllüllah, ben öldürülsem nihayet bir insanım ama sen musab olursan Allah’ın dini gitti demektir.” O’nun sırf İslâm’ın istikbali için gösterdiği bu candan teessür, Tevbe sûresinin 40. ayet-i kerimesinde zikredilmiş ve Hz. Ebubekir bu ayette “İkinin ikincisi” diye tavsif edilerek, Peygamberimizin (S.A.V.) kendisini teselli etmesi de şöyle beyan buyurulmuştur:

“Peygamber o vakit arkadaşına, ‘Mahzun olma, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Allah O’nun (arkadaşının) üzerine sekinetini indirmiş. O’nu (Habibini) görmediğin ordularla te’yid etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı.”

Bu ayette Cenab-ı Hak, hıfz ve himayesinin, lütuf ve inayetinin, Hz. Ebûbekir’le beraber olduğunu açıkça beyan buyurmuştur.

Bir zât ki, Allah-ü Teâlâ onunla beraber olursa, artık onun için bundan daha büyük bir mertebe, bir devlet, bir şeref, bir makam nasıl tahayyül olunabilir? Evet, bu ne büyük bir izzettir. Resûl-i Kİbriya Efendimizle (S.A.V.) Hazret-i Sıddîk (R.A.) ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları bir zamanda, Allah-ü Teâlâ onlarla beraber olduğunu haber veriyor ve onları muhafaza buyuruyor.

Bu büyük şerefi Hz. Ömer (R.A.) şöyle dile getirmişti:

“Hz. Ebûbekir’in bir gecelik veya bir saatlik ameline karşılık bütün ömrüm boyunca yaptığım ibadeti değiştirirdim.” Kendisine:

“Ey mü’minlerin emiri, Hz. Ebûbekir’in bir gecelik ameli ne idi? diye sorulduğunda, buyurdular ki:

“Resûl-i Ekrem’le Mekke’den Medine’ye birlikte hicret ettiler. Mağarada üç gün kaldılar. Hicrette, Hz. Muhammed Mustafa’ya (S.A.V.) arkadaş olmak ve O’na hizmet etmek için emrolundu. Kendisinin Allah nazarında üstün derecesi olmasaydı, bütün ashab arasında bu mühim vazifeye seçilmezdi. Bundan daha büyük devlet kimseye müyesser olmadı. Bu devlet ne O’ndan evvel ne de O’ndan sonra kimseye verilmemiştir. Hz. Ebubekir’in bir saatlik ameline gelince, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) âhirete teşrif buyurduklarında insanların bir çoğu dinlerinden dönmüşlerdi. Ben Hz. Ebubekir’e varıp, ‘bu mürtedlere birkaç gün mühlet versek nasıl olur?’ demiştim. Cevabında, ‘Ey Ömer, bu din kuvvetleşip tamamlanmıştır. Bilhassa Cenab-ı Hak, ‘Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım’ buyurmuştur’ diyerek derhal atına bindi, mürtedlerin üzerine kahramanca yürüdü. O irtica ve irtidat hareketini dehşetli bir mağlubiyete uğrattı.”

Bir başka hadis-i şeriflerinde de Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.): “Benden sonra Ebubekir’e, Ömer’e tâbi olunuz. Onlar benim yanımda, vücutta baş gibidirler.” buyurmuşlardır.

ALEVİLİK NEDİR? / MEHMED KIRKINCI – 1994

Exit mobile version