Bizim “sapkınlar” olarak karşılığını ifade ettiğimiz bu güruhun asıl ifadeleri “ehl-i dalâlet, ehl-i tuğyan”. Yani; yoldan çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler, Allah’ın emirlerine aykırı harekette bulunan günahkarlar, azınlıkta bilse olsalar, ehl-i İslâmın bazı tavırları ile çoğunluk hükmüne geçerler.
Son günlerdeki yazılarımda, bu güruhtan gündeme taşınan bazı fertlere özellikle temas ediyorum. Çünkü bu tip sapkınlar, AKlanmak suretiyle Müslümanlar farkında olmadan, bunlar hakkında olumlu düşünüp, onların yanlış itikadlarına ortak olabilirler endişesindeyim.
Nehy-i anil münker vazifesi sırrınca Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Hadis-i Şerifini hatırlayalım: “Bana hayat bahşeden Allah’a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388)
Bu Hadis-i Şerifin bir tefsiri hükmünde Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubundan kısa bir parçayı paylaşmak istiyorum:
…Geçen Ramazan-ı Şerifte, Ehl-i Sünnetin selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik âşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebep ihtar edildi.
Birincisi: Bu asrın acip bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; “Biz buna müstehakız” derler.
Evet, elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya hevesle veya tamâh ve hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir cehalet ve hasârettir, tokata müstehak eder.
Hem âlicenâbâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur…
Bediüzzaman / kastamonu lahikası
Paylaştığım alıntıyı tekrar tekrar ve sindire sindire okumanızı tavsiye ederim.
Çünkü tam da bu mektupta bahsedilenin başımıza geldiğini düşünüyorum. Müslümanlar, artık sosyal medya ve siyaset üzerinden yönlendirildikleri için bu tehlikeli durumun ortaya çıktığı kanaatindeyim.
Siyasetçiler başta olmak üzere, bu düzenden menfaat devşirenler, sözde “akademisyen, düşünür, yazar veya Ramazan aylarının sunucu tipleri” gibi meşhurların hep birlikte aynı parçayı aynı uyumla çalmaları da dikkat çekmesi gereken ayrı bir konu. Bu bir paranoya da değil.
Çoğu zaman bir siyasinin işareti ile klavye başında bekleyen ve bu düzenden geçinen bütün taraftarların ve “meşhurların” aynı anda güya farklı bir yorum yapmış edasıyla, aynı mantık kalıbını hatta çoğu zaman aynı elden çıkmış gönderileri dikta eden organizasyonları aslında çok aşikar…
Biz Müslümanlara; Allah, ve O’nun kelamı, hükümleri yani şeriatı ve Resulü (a.s.m.) ile kavgalı, elinden gelen şerri yapmış ne kadar din düşmanı varsa, yavaş yavaş kabullendirmeye çalışıyorlar. Başarılı oldukları ölçüde “kabul ettirmeyi” daha da ileri götürüp bir de “sevdirmeye”, “hayran yapmaya” doğru çabalıyorlar. Bunun bir tık sonrası geçmişte olduğu gibi yasalaştırma da olursa şaşırmayın…
Bu tür sapkınları affetmek ne siyasilerin, ne sözde “düşünürlerin” ne de bu arz ettiğim “meşhurların” hakkı da haddi de değildir! Ancak biz Müslümanlar adına bu sapkınları affetme aşamasını da aşıp, sevdirmeyi ve övmeyi deniyorlar artık. Bunları takip edenler veya ölçüyü kaçırıp taraftar/fanatik olanlar, bu hadsizliğe, zulme ortak oluyorlar maalesef!
Bu şekilde bu azgın azınlık, dolaylı olarak halkın çoğunluğunun bırakalım yanlışlara karşı çıkmalarını; desteğini sağlayıp, genel havada Allah’a isyan seviyesinde bir çoğunluk hareketi ortaya çıkarmış oluyorlar. Bu umumi yanlışa taraftar olunan hava da yukarıda paylaştığım Hadis-i Şerifte buyurulduğu gibi duaların kabulüne engel olacak bir seviyeye durumu taşıyor.
Bu sebeple sosyal medya başta olmak üzere, Müslümanlar olarak kimi beğendiğimize, neyi beğendiğimize, neyi paylaştığımıza çok çok dikkat etmek zorundayız. “Bizim taraf” diyerek yanlış yapanın yanlışına sahip çıkarsak, “karşı taraf” diye doğrusuna yanlış dersek; mesul oluruz.
Çok basit ve pratik bir kaç yöntem ve ölçüyü acizane dikkatinize sunarım:
- Doğrudan bizi ilgilendirmeyen konuları takip dahi edip çekim alanlarına girmeyelim.
- Hakim olmadığımız konularda yorum, beğeni ve paylaşım yapmaktan kaçınalım.
- Merak ettiğimiz konuları kaynak kitapların kendilerinden okuyalım.
- Dinimizin temel emir ve yasaklarını mutlaka öğrenelim ve bütün durumlarda bu ölçülere göre hareket edelim. Falan hoca, filan ünlü videolarından hakikat ilmine erişmeyi ummayalım.
- Haram yol, yöntemlerden helal ve hayır umulmaz. Bu vesile ile Allah’ın farzlarına karşı lakayt olduğunu yaşantısından gözlemlediğimiz kişilerin “bizimkilere” yarayacak ve hoşumuza giden paylaşımlarına kanıp arkasına takılmayalım.
- “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165) hadis-i şerifi sırrınca, ahirette hiç istemediğimiz bir şekilde bu sapkınlarla aynı yerde olmak istemiyorsak, bu ebedi hüsrandan ciddi sakınmamız gerekiyor.
Ya Rab! Bize sevdiklerini sevdir, sevmediklerini sevdirme. Âmîn.
Fatih SAFİTÜRK / 14.12.2020
Ya Rab. Bize sevdiklerini sevdir, sevmediklerini sevdirme. Bütün ruh u canımla amin. amin. amin
Amin. Allah razı olsun.
Amin, ecmain