Kamuda Tasarruf Tedbirleri

“Kamu” tanımı ve alanlarına dair özet bir bilgilendirme ile bazı raporlar üzerinden analiz yapma niyetiyle konuya girecektim, ancak neresinden tutsam elde kalan bir alan konu bu…

Anayasa ve mevzuattaki tanımlardan gidilirse, birbiriyle çelişen bir sürü lüzumsuz ve saçma sapan maddelerde konu boğulacağından, daha anlaşır ve hedefe yönelik basit ifadeler seçmeye karar verdim. Bu sebeple tanımları ve konuları bizim, yani halkın açısından izah etmeye çalışacağım.

Özetle bize, yani halka hizmet amacıyla kurulmuş olduğu iddia edilen, kurum ve kuruluşlarda “tasarruf” konusu bazen gündeme gelir ve nasıl olduğu anlaşılamadan da gündemden kaldırılır. Mesela 15 Temmuz darbe/işgal girişiminde bile geri adım atmayan Cumhurbaşkanımız, bu konuya geçtiğimiz yıllarda ciddi bir adım atmak istediğinde, ortalık karıştı ve ânında geri adım atmak durumunda kaldı.

Bu örneği meselenin ciddiyetini anlamamız için verdim. Gerçekten de belirli imtiyazlara sahip insanlar, bu imkânları kendi şahsi hakları olarak değerlendirdikleri için gasp derecesinde bir arsızlıkla, her türlü idari mekanizmaya karşı dururlar. Bunun önünde bir engel var mıdır peki? Pratikte yoktur. Teori de her zaman sınav konusudur ülkemizde; uygulama ile ters olan manasına bile gelir çoğu zaman.

Kamudaki bu arsız çoğunluk, arsızlık ve gasp yıllarını “devletime hizmet ettim” klişesi ile ajitasyon malzemesi yapmaktan da çekinmez. Sanki zorla evinden alınmış ve kuru ekmeğe talip ettirilmiş gibilerdir bu tipler. Halbuki girebilmek için kırk takla attıkları, araya sokmadıkları adam, “görmedikleri” siyasi bırakmadıkları günlerin ardından buralardaydılar…

İkamet ettiğim küçücük bir ilçede bile protokol listesinden, kurumlara ve kadrolara göz atınca; farklı bir açıdan bu konuyu değerlendirmeye karar verdim…

Temelde mi yanlış yapıyoruz?

Halkların, güvenlik başta olmak üzere, birçok hizmet ihtiyaçlarını gidermek üzere görevli olan “devlet” anlayışı, uygulamada bütün dünyada “halka rağmen”, kendi devamını garanti almaya çalışan silahlı güç olarak karşımıza çıkar. Adı ne olursa olsun, uygulamada hep yönetenlerin veya yönetenleri de atayan güçlerin isteklerine göre, ülkeleri yönetmeye çalışırlar.

Bizim ülkemiz de farklı yönetim biçimlerinden geçti son yüz elli senede. Meclisin padişah tarafından fesih edilebildiği Meşrutiyet de gördük, ilan edenlerin ölmelerinden, ancak 8 yıl sonra seçim yapılabilen Cumhuriyet de… Yani haklı veya değil ama sonuçta halka rağmen sırf “bizim için” yöneticilerin, kendileri zorla gidene kadar sürdürmeye çalıştıkları sistemler böyle işliyorlar.

Tabi bir de yine sözde “bizim için” yapılan darbeler var. “Ne yaptılarsa hep bizim için…” “Adamlar” bizim için bizim seçtiklerimizi bile astılar yani o derece bizi severlerdi. Bu vesile ile bütün darbeler, darbeciler ve destekçilerini de Rabbimin gazabına havale ediyorum.

Demek ki “devletçilik” ile “halkçılık” aynı koltuğa sığmıyor…

Halkına hizmet için kurulmuş devleti nasıl anlarız?

Bu soruya kısa ve net bir cevap vermek gerekirse: Halkının hakkı için yıkılmayı göze alan devlet gerçek devlettir. Bu cümleyi kullanırken aklımda Peygamber Efendimizin (a.s.m.) vefatı sonrası dönem var…

Artık zekat vermek istemeyen “namaz kılarız, oruç tutarız ama zekât vermeyiz” diyen kabilelerin toplanışı ve Hz.Ömer (r.a.) başta olmak üzere sahabilerin, mevcut şartları da değerlendirip “bu sene zekâtlarını bağışla” önerilerine, Mü’minlerin Emiri Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) “Buna rağmen kendileriyle harp edeceğim; çünkü bu şer’i vergiyi, namazdan ayıramıyorum!cevabını nasıl unutabiliriz?

İşte devlet budur! Dünyayı, mimarisiyle şaşırttığı dev saraylar yapması, bilmem kaç dil bilen Emîri olması önemli değildir. Zekât, fakirin zengindeki hakkıdır. Devlet bu hakkı almada tercih kullanamaz. En kritik zamanda harbi göze alır ama Allah’ın huzuruna, fakirin hakkını zengine yedirip çıkmaz.

Devlet odur ki, Mısır Valisi olan Amr İbnil Âs’ın, Mısır’ın en büyük Câmiinde kendisine mahsus bir kürsü yaptırdığını duyunca, ona Mü’minlerin Emiri olan Hz.Ömer (r.a.) şu ihtarı gönderir: “Kendine, öbür Müslümanların üstünde, onların hizasını aşan bir yer mi yaptırdın?

Yine Hz.Ömer, (r.a.) valisinin oğlunun haksız yere bir adamı dövdüğünü öğrenince babasının önünde 80 kırbaç vurdurmuştu.

Aman “devletin imajı sarsılmasın” türünden bahaneler henüz icat edilmemişti herhalde…

İşte Devlet Budur!

Kaç sene, kaç km² yere hükmedildiği değildir önemli olan, “nasıl” hükmedildiğidir. Bu anlayıştan ve ölçülerden uzak olan devlet ve devlet memuru zihniyetleri, din ve ırk gözetmeksiniz; halkı finans, asker ve iş gücü olarak gören menfaatçi yapılanmalardır.

Bu yapılanmalarda da liyakat, tasarruf, hak, adalet falan kavramları içi boş zırvalardan öteye gidemez. Sadece aralarında kötü, çok kötü veya en kötü gibi derece kıyaslamaları yapılabilir.

Bu sebeple dünyada bu “sözde” devletlerin ve devletlerin emirlerine âmâde oldukları zâlim zenginlerin, en büyük düşmanı İslâm dinidir. İslam da, öyle kalpte yaşanan bir din değildir. Hayatın her alanında hükümler içeren bir sistemdir. Bin türlü kılıf ile Müslüman’ın uzak tutulmak istendiği de tam olarak budur!

Yani günümüzde Müslüman, her şeyi yoktan var eden Alemlerin Rabbi olan Allah’a inanabilir ama O’nun hükmettiği gibi yaşamayı istemez, isteyemez!

Sonuç olarak da Osmanlı’dan günümüze süren, hep aynı belalardan olan; kadro şişirme, halkın imkanlarının üzerinde memur imkanları gibi türlü adaletsizlik devam eder. Sözde hizmet edilen için belirlenen geçim ücretin iki katını, güya hizmet edene öder devletler. Kim kime hizmet ediyor şaşırırız.

Rabbim! Bizi katındaki tek din olan İslâmla yeniden şereflendirsin, İslâma hizmetle ödüllendirsin, o yüce Sancağı, indiği yer olan güzel yurdumuzdan yeniden dalgalandırsın inşallah.amin

Fatih SAFİTÜRK / 25.12.2020

2 Yorumlar

  1. Amin Allah razı olsun.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!