Orucun biri diğerinden üstün üç derecesi vardır. Birinci derecesi, sadece yiyip içmeyi ve şehveti bırakmaktır. İkinci derecesi, bunun yanında gözü, kulağı, dili, eli ve ayağı da haram ve şüpheli şeylerden korumaktır. Üçüncü derecesi ise, bunlarla birlikte kalp ve zihni de dünyadan ayırmak ve bunları Allah teâlâ’nın muhabbet ve tefekkürüne tahsis etmektir.
Birinci derecedeki orucun bozulması yemek ve içmekle, ikinci derecedeki orucun bozulması haram bir iş yapmakla, üçüncü derecedeki orucun bozulması ise, Allah teâlâ’ya ibâdet ve itaatten başka bir şey düşünmek ve duymaktır. “Allah, de! Ve bırak, onlar battıkları yerde eğlensinler.”(En’âm/91) âyetiyle orucun en üst derecesine işaret edilmiştir.
Orucun ikinci derecesindeki korumalar ise şöyledir:
1- Gözü haram ve mekrûh olan nazarlardan korumak. Allah Resûlü aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Nazar İblisin zehirli oklarındandır. Kim onu Allah korkusuyla terk ederse, Allah ona kalbinde tadını bulacağı bir iman verir.”
2- Dili yalan, gıybet, koğuculuk, çirkin söz söylemei kırıcılık ve tartışmaktan korumak ve onu Allah teâlânın zikri ve Kur’an okumakla meşgul etmek. Bu meşguliyetin dışında da susmak. Allah Resûlüne nispet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: “Beş şey orucu bozar. Bunlar; yalan söylemek, gıybet etmek, koğuculuk yapmak, yalan yemin etmek ve şehvetle bakmaktır.”
Allah Resûlü aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu olduğu zaman fahiş şeyler konuşmasın ve cahilce hareket etmesin. Şayet bir kimse onunla kavga etmek ister veya ona söverse, karşılık vermeyip, ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum!’ desin.”
3- El ve ayakları haram işlerden korumak.
4- Haram veya şüpheli olan şeylerle iftar etmemek. Çünkü bunu yapmak, Allah’ın emri için helal şeyleri bile terk etmek olan orucun anlamını ortadan kaldırır. Bu hal, zarar verebilir diye ilâcı bırakıp, onun yerine kesin olarak zararlı olan zehiri yutmaya benzer.
Çünkü helal gıda ilâç gibidir; onun ancak çoğu zararlıdır. Haram gıda ise, zehir gibidir; onun çoğu da azı da zararlıdır. Allah Resûlü aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Nice oruç tutan vardır ki, oruçlarından ellerinde sadece açlık ve susuzluk kalır.”
5- İftar ederken tıka basa yememek. Çünkü bu şekilde yiyince, orucun ruhu ve hikmeti olan nefsi kırmak, şehveti azaltmak ve şeytanı uzaklaştırmak imkânsızlaşır. Bu sebeple “Allah teâlânın en çok buğzettiği kap, ağzına kadar doldurulan midedir.” Ve O, buğzettiği şeyin üzerine belalar ve hastalıklar yağdırır.
Hal bu olunca, âdet olduğu üzere oruç ayında fazla gıda tüketmek ve bu hususta birbiriyle yarışa girmek yanlış bir tutumdur. İftarda fazla yemek, vücudu ve ruhu ağırlaştırdığı için, özellikle bu ayda çok sevaplı olan gece ibâdetini yapmak da zorlaşır. Fazla yemek, zihni gevşetir ve duyguları öldürür. Oruç kalbi parlatan bir cilâ iken, çok yemek onun üstüne zift sürmek gibidir. Bu ziftle kararan bir kalbe, melekî ilhamların ve melekûtî nurların yansıması imkânsız hale gelir.
6- İftar edip orucu açtıktan sonra, korku ve ümit karışımı bir his durmak. Bu hissi duymak, her türlü ibâdetten sonra gereklidir. Çünkü yapılmış olan amelin kabul edilip edilmediği meçhuldür. Bu sebeple, Allah teâlânın geniş olan rahmet ve müsamahası amelin kabulü yönünde kalbe ümit aşılarken, ameldeki eksiklik ve yetersizlik de korku verir.
Allah teâlâ gerçek mü’minleri, “Onlar korku ve ümit içinde dua ve ibadet ederler.” (Secde/16) sözüyle nitelemiştir. Hasan el-Basrî rahimehüllah, iftardan sonra sohbete dalıp gülen bir topluluk görünce şunu söylemiştir: “Allah teâlâ, bu oruç ayını kulları için itâat ve hayırlarda yarış alanı yapmıştır. Bu ayda bazı kullar, önde koşarken bazıları da arkada kalırlar. Koşanların kazancı da, kalanların zararı da büyüktür. Bu yarışta kazançlı mı, zararlı mı olduğunu bilmediği halde, bir insanın gülüp eğlenmesi şaşılacak şeydir.”
Oruç tutan bir kimse…
Oruç tutan bir kimse yiyip içmeyen meleklere benzemeye çalışır. Bu sebeple, meleklerin diğer özelliklerini de kazanıp onlara benzerlik ve yakınlığını arttırmalıdır. Meleklerin en büyük özelliği ise, Allah teâlâya karşı mutlak itâat içinde olmak ve hiç günah işlememektir. Kur’an’ın ifadesiyle onlar: “Allah’ın kendilerine verdiği emirlerde O’na isyan etmez ve kendilerine emredileni yaparlar.” (Tahrim/6)
…
O halde yalnızca yemek ve içmekten kesilmekle oruç tutulmuş olmaz. Onun maddi ve manevi faydalarını elde etmek için, yukarıda zikredilen inceliklere de riâyet etmek lazımdır.
Ahnef ibni Kays’a “Sen çok yaşlısın; oruç sana zor geliyor; tutma.” dediler. Akıl ve hikmetiyle şöhret kazanmış olan zat, bu teklife şu karşılığı verdi: “Ben keyfim için oruç tutuyor değilim. Onu Allah teâlâ emretmiştir. Ben Allah teâlânın emrine karşı sabretmeyi, O’nun azabına karşı sabretmekten daha kolay buluyorum.”
İMAM GAZALİ/İHYA’U ULÛM’İD-DÎN/Onuncu Bölüm-Orucun Dereceleri