Dîn-i Mübîn-i Muhammedî fıtrî bir dindir. Salim bir fıtrata sahib olan şuur sahibi bir fert, bu hakikati inkâr edemez. İnkâr edecek olursa ya fikrinde selamet yoktur, ya görüşünde isabet.
İslâmî meziyetleri araştıran bir akl-ı selim sahibi yoktur ki, İslâm’ın lüzumlu güzellikleri toplayan yüce bir din olduğunu teslim etmesin. İslâm demek insanlık nurunun neşredilmiş tahlili demektir. O yayılmış nurun cazibeli renkleri, ancak o yayılıştan geçtikten sonra görülür. İnsanlığın zatı demek olan ruhun kuvve ile tazammun ettiği bütün güzellik ve üstünlükler ancak İslâmın kalblere nâfiz ve vicdana hâkim olmasıyla anlaşılır.
Âlemde hiçbir hayır yoktur ki İslâm onu tasarrufu altına alıp gerek ferdî gerek içtimaî bir saadetin husulüne hadim kılmasın. Fakat bu hakikatin tereddütsüz teslimi için kalbin gayz ve inkâr lekelerinden beri olması lazım gelir. Eğer kalp bu illetler ile malûl ise fikirde selâmet, nazarda isabet kalmaz.
İlâhî emirlerin kâffesi dünyevî-uhrevî nine nice faydaları câmi olduğunu kim inkâr edebilir? Cenab-ı Hak bize emr eylediği her şeyde bazısını aklen müdrik olduğumuz, bazısına akıl erdiremediğimiz bir çok faydalar yerleşmiştir.
Bazı kimselerin akıl zannettikleri dalâlet rehberine iktidâ ile her şeyi kendi heva ve heveslerine göre tefsir ve te’vile kalkışmaları en açık hakikatleri inkâra hattâ inkâr değil -Allah korusun- bazı kere de hakîr görmeğe yeltenmelerine karşı bir cinayet olduğu gibi, insanlığa karşı da pey büyük bir cinayettir.
Halimiz ve Akıbetimiz
İşte dimağı tereddîden berî olan her iz’an sahibi, dinimizin her emrini gönül rahatlığı ile telâkîde tereddüt etmez. Halimizi ıslah, istikbalimizi te’min edecek yegâne çare budur. Bundan inhiraf edecek olursak âkıbetimiz pek karanlıktır.
Milletimizin kurtuluşunu ise bilhassa vatan gençliğinin kurtuluşunda aramak lazım geldiğinden, her şeyin evvelinden sonunu gören rü’yet sahibleri daima gençlerimizin tavırlarına dikkat nazarlarını dikmektedirler.
Hamiyyetten nasibini alan herkes gelecek nesil dediğimiz bu vatan yavrularını maddi, mânevî pek yüksek bir mertebede görmek isteriz. Milletin geleceğini ancak bu mefkûrenin tecellî sahasına gelmesinde görür.
İman Nuru Yol Gösterir
Gençlerimiz her şeyden evvel dindâr olmalıdır. Fakat bu dindarlık sözde kalmamalıdır. Bu lafzın tazammun ettiği mana kalbe nüfuz etmelidir. Sair hayırlı işler, dinin uyulması zaruri olan şeylerindendir. Kalb iman nuru ve İslâm ile tenvir edilince gidilecek yol görülerek, tehlikeden nefis muhafaza edilir.
Şurasını söylemekte zerre kadar tereddüt caiz değildir ki, bugün medeniyet hayatı denilen sefil hayat, insanlığı temelinden yıkacak nâmütenahi rezaletleri ihtiva etmektedir. Bu söz mücerred bir söz değil, yine Avrupalı âlimlerin yazılmış eserleri ile sabit bir hakikattir. Fakat ne fayda ki heva-perest garpta da hak ve hakikate temayül kabiliyeti kalmamış!
Avrupa âlimlerinden hangisi ile insafla hasbihal edilecek olsa, onlar da halkın bu suretle dalâlete meyyal olmasından müştekî! Hepsi bu vaki olan şeyin fecaatini takdir, fakat bu hay-huy dalâlet arasında hakikati duyurmak mümkün olmadığını üzülerek tekrar ediyorlar. Bunu bırakalım, kütüphaneler dolusu yeni garp eserleri meydanda, acaba bu eserlerin hangisi bu rezaletleri tavsiye etmektedir?
İşte gençlerimiz bu bahislerde gayet basiretli bir şekilde hareket ederek Hakk’ın inayeti ile elimizde kalacak olan yerlerin kapılarını tamamıyla bu rezaletlere karşı kapalı bulundurmalıdır. Ama buna taassub denilecek imiş, varsın densin! Bu tâbir insan olmak arzusundan tecerrüd eden sefihlerin, mânasını bilmeden her yerde kullanmak isedikleri bir tezvîr âletidir.
Gençlerimiz her şeyden evvel dindar olurlarsa hiçbir taraftan tavsiyeye hacet kalmaksızın bu hakikatleri görüp muktezasına muvafık hareket ederler. Buna binaen genç oğullarımızla genç kızlarımızın, sefih hayatın yalancı zînetlerine kapılmayıp her hal-ü kârda dinin esasına müstenid bir ciddiyeti, hareket rehberi ittihaz etmeleri müşfîk ve halis bir surette yavsiye olunur. Zira maddi-mânevî saadetimiz, felâh ve necatımız ancak bu yola sülûk ile te’min edilebilir.
Eğer gençlik süflî temayüller peşinde koşacak olursa, son felaket ağlayışımız olarak, vay bizim halimize demekten başka söyleyecek söz de kalmaz. Çünkü zamanın şakası yoktur. O kahr edici bir terbiyecidir. Cümlemiz o te’dibin acısını tattık. Bu felaketler inşallah uyanışımızın sebebi olmuştur.
Felaketler üzüntüye sebep olursa netice vahim olur. Cenab-ı Hakkın lütfuna mazhar olmaktan ümit kesilmez. Fakat lütfun gelmesine mahal olacak istidadı elde etmek şarttır. Rabbimiz cümle ümmet-i Muhammedi tevfîkatına makrûn buyursun. Amîn!
Ceride-i İlmiye, Sayı: 61, sh:1963-1964 (h.1338/1920)