Hazret-i Ömer (R.A.), çâr-yâr-ı güzîn efendilerimizin ikincisidir. Hazret-i Ömer’in (R.A.) İslam’ın yayılmasında ve inkişafında hususi bir yeri vardır. O’nun İslamiyet’e girmesi, İslam’ın inkişafında bir dönüm noktası olmuştur. O zamana kadar Müslümanlar Hz. Erkam’ın (R.A.) evinde gizli ibadet ederlerdi.
Bir perşembe gecesi Peygamber Efendimiz (S.A.V.), Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulundu:
“Ey Allah’ım! Ömer bin Hattâb ve Amr bin Hişâm’dan birisiyle İslâm’ı aziz kıl, kuvvetlendir.”
Cenab-ı Hak bu duayı Hz. Ömer hakkında kabul buyurdu. Bu duanın bereketiyle Hz. Ömer İslam’la şereflendi ve külli bir fazilete mazhar oldu.
İbn-i Mes’ûd diyor ki, “Hazret-i Ömer (R.A.) İslam namına bir rahmet timsali oldu. O İslam olmazdan evvel Müslümanlar açıktan namaz kılamıyorlardı. Ne zaman ki Hz. Ömer Müslüman oldu, Resûlüllah, mübarek elini Ömer’in üzerine koyarak ‘Ya Rabbi, Ömer’in göğsündeki kötü sıfatları, hastalıkları çıkar, yerini iman ve hikmetle doldur’ diye dua buyurdular.”
Hazret-i Ömer (R.A.) külli kemalat sahibiydi. Zühd, takva, tevazu, sabır, tevekkül ve şükür gibi faziletler O’nda en mükemmel bir şekilde tecelli etmişti.
Hazret-i Ömer (R.A.) fevkalade biri temyiz kabiliyetine mazhardı. Hakkı bâtıldan ayırmada, adaleti bihakkın tatbik etmede, eşsiz bir mertebe kazanmıştı. O’na (R.A.) Fâruk yani, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan en iyi bir şekilde tefrik eden lakabını bizzat Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.) vermişlerdi.
Mesâbih-i Şerîf’de Abdullah İbn-i Ömer’in (R.A.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) buyurdular ki:
“Rüyamda bir bardak süt ile bana geldiler. İçtim. O kadar kandım ki, tokluk alameti tırnaklarımda göründü. Kalanını Ömer’e verdim.”
Ashâb-ı kiramın:
“Ey Allah’ın Resûlü, bu rüyayı nasıl tabir edersiniz?” demeler üzerine: Resûlüllah, “İlimle” buyurdular.
Hazret-i Ömer’in (R.A.) en mümtaz vasıflarından biri de re’yindeki isabeti idi. Mesâbih-i Şerîf’de geçen ve İbn-i Ömer’in (R.A.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdular ki:
“Allah, hakkı Ömer’in diline ve kalbine koydu.”
Hz. Ali (R.A.) Efendimiz de bu hadisi te’yiden şöyle buyurdular:
“Biz Ömer’in (R.A.) dilinden ne çıktıysa, sonra onun hakikat olduğunu gördük.”
Hazret-i Ömer’in (R.A.) fikrindeki isabetini Abdullah İbn-i Abbas şöyle izah eder:
“Hz. Ömer bir mesele hakkında benim fikrim şu merkezdedir dedi mi, o mesele, mutlaka onun gösterdiği gibi vaki olurdu. Mesela, namaz vaktinin ne şekilde ilan edilmesinin uygun olacağı hususunda çeşitli görüşler ortaya atılmış ve Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.) Hz. Ömer’in görüşünü kabul etmiştir. Daha sonra bu kanaat vahiy ile de te’yid edilmiştir.”
Bunun misalleri pek çoktur. Sadece birkaçını zikredelim.
Hazret-i Ömer (R.A.) Resûl-i Ekrem Efendimizin zevcelerinin tepeden tırnağa kadar örtünmelerini arzu etmiş, bu arzusunu Peygamberimize ilettiğinde, Peygamberimiz (S.A.V.) vahy-i İlahi’yi beklemiş ve neticede bütün mü’min hanımlar için tesettür âyeti nazil olmuştur.
Diğer bir misal:
Hazret-i Ömer (R.A.), mü’minlerin müsaade almadan Peygamberimizin (S.A.V.) huzuruna girmelerine razı olmuyor, bundan rahatsız oluyordu. Bu hususta bir âyetin inmesini Allah-ü Teâlâ Hazretlerinden yüz can ile istiyordu. Cenâb-ı Hak şu ayet-i celileyi inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Yemek vaktini gözetmeksizin, size izin verilip de davetli olduğunuz vakitten başka zamanlarda, Peygamber’in evlerine girmeyin.” (Ahzâb sûresi, 53)
Son olarak bir misal daha verelim.
Hazret-i Ömer (R.A.), yahudilerle bir muhaveresinde yahudiler kendisine: “Muhammed’e hangi melek geliyor?” diye sordular. Hazret-i Ömer (R.A.) de “Cebrail (A.S.) geliyor” diye cevap verdi. yahudiler, “Biz O’nu hiç sevmeyiz. Zira O bizim sırlarımızı Muhammed’e götürür. Bir yere gelecek olan azabı, kıtlığı, yıldırımı Cebrail (A.S.) alıp götürür.” dediler. Hz. Ömer, “Ey şaşkınlar, siz Cebrail’i (A.S.) sevmiyor, yüce Peygamberi inkar mı ediyorsunuz? Ben kesinlikle şehadet ederim ki, Cebrail’i (A.S.) sevmeyen Allah-ü Teâlâ’nın düşmanıdır.” diyerek oradan ayrıldı ve Peygamber Efendimizin huzuruna gitti ve olanları nakletti.
Cebrail (A.S.) de biraz önce Bakara sûresini getirmişti. “Kim Allah’a, Meleklerine, Peygamberlerine, Cebrail’e, Mikail’e düşman olursa bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara sûresi, 98)
Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.), Hz. Ömer’e hitaben: “Ey Ömer, Rabbin sana muvafakat etti. Senin dediğine benzer bir tarzda ayet-i kerime inzal buyurdu” dediler.
Hazret-i Ömer (R.A.) denilince akla gelen bir diğer husus da fütûhattır. O’nun devri, fetih devri, terakki devri, zafer devri olmuştur. Hilafeti zamanında Şam, İran, Mısır gibi birçok ülke fethedilmiştir ve İslam topraklarına dahil edilmişti.
Fethettiği yerleri İskender ve Timur gibi yakıp yıkmamış, o beldelere imanı, ahlakı ve fazileti, kısacası hakiki medeniyeti götürmüştü.
Hazret-i Ömer’in (R.A.) hilafeti zamanında, İslam devletinin sınırları çok genişlemiş, kadısıyla, ordusuyla, asayiş memurlarıyla, dört başı mamur bir hükümetin varlığına büyük ihtiyaç duyulmuştu. Hazret-i Ömer (R.A.) buna da muvaffak olmuş; büyük gayreti, kudretli siyaseti ve dirayetiyle her köşesinde nizam ve asayişin hükümran olduğu muazzam bir imparatorluk vücuda getirmişti. Halbuki kendisi 40 yaşına gelinceye kadar, devlet nedir bilmeyen, ömrü deve otlatmakla geçmiş birisiydi…
O’nun fütuhatını Fahr-i Âlem Efendimiz şöyle haber vermişlerdi:
“Ümmetim bana rüyamda gösterildi. Birer birer önümden geçtiler. Herbirini tek tek seyrettim. Bir kısmının gömleği dizinde, bir kısmının ki dizden aşağı idi. Bazısının ki dizinden yukarıda bulunuyordu. Fakat Ömer’i bir gömlek ile gördüm ki yerde sürünüyordu.”
Sahâbe-i kirâm sorduları ki “Ya Resûlallah, bu rüyayı ne ile tabir buyurursunuz?”
“Din-i Mübin ile tabir ederim. Çünkü O’nun halifelik zamanı uzundur. Ve İslam dini O’nun zamanında her tarafa yayılır.” diye karşılık verdiler.
Yine Resûlüllah Efendimiz (S.A.V.):
“Ömer’in bereketiyle size fitne erişmez” diyerek ashâba O’nun zamanında Müslümanlar içerisine fitnenin giremeyeceğini haber vermiş ve nitekim haber verdiği gibi olmuştur.
Huzeyfetü’l-Yemanî Hazretleri Hazret-i Ömer’i (R.A.) şöyle anlatmıştır:
“İslam, Hazret-i Ömer zamanında “gelen” kimseye benzerdi. Yakınlığı artardı. O’ndan sonra İslam “giden” kimseye benzerdi, uzaklığı artardı.”
İbn-i Mes’ûd şöyle buyurmuştur:
“Hazreti Ömer’in idare ve siyasetteki ilmi mizanın bir gözüne ve yeryüzündeki diğer alimlerin (bu husustaki) ilmi de diğer kefeye konsaydı, Hz. Ömer’in ilmi ağır gelirdi. Hz. Ömer, öldüğünde idare ve siyaset ilminin onda dokuzu Ömer ile kabre gitti.”
Hz. Ali (R.A.) Efendimiz de bu mevzuda şöyle buyurmuşlardır:
“Bir yerde huzur ve sükûn varsa bu Hz. Ömer’in varlığının alameti idi.”
Gerek ashâb-ı kiram, gerekse selef-i sâlihîn, Hz. Ömer’in (R.A.) hakkında bir çok medh ve senalarda bulunmuşlardı. O’nun kemalâtını takdir edenlerin başında Hz. Ebûbekir (R.A.) geliyordu. Bir defasında, “Yeryüzünde benim için Hz. Ömer’den daha sevimli bir kimse yoktur” buyurdular.
Mesâbih-i Şerif’te zikredildiğine göre bir gün Hz. Ömer (R.A.), Hazreti Ebûbekir’e: “Ey Resûlüllah’dan sonra beşerin en hayırlısı” diye hitap etti. Bunun üzerine Hz. Ebûbekir (R.A.) Peygamber Efendimizin (S.A.V.) “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı Ömer bin Hattâb peygamber olurdu” buyurduklarını naklederek şöyle dedi: “Ey Ömer, sen bana böyle söylüyorsun ama ben Resûl-i Ekrem’den duydum: Ömer’den daha hayırlı bir kimse üzerine gün doğmamıştır.”
Taberâni, Hz. Ali’nin şöyle buyurduklarını naklediyor:
“Sâlihler zikredildiği zaman, Ömer akla gelmeli.”
Hz. Ömer (R.A.) takvâda da çok ileri bir mertebede idi. Allah’dan çok korkar ve şöyle derdi: “Eğer bütün insanlar Cennet’e girecek, sadece bir kişi Cehennem’e gidecek denilse korkarım ki o ben olayım.” Bununla beraber Allah’ın rahmet ve keremine karşı umudunu muhafaza eder ve “Bütün insanlar Cehennem’e bir tek insan Cennet’e girecek denilse, umarım ki o ben olayım.” derdi.
Kendisi Cennet’le müjdelenmiş olduğu halde ibadetlerine kesinlikle bel bağlamaz, âkıbetinden fazlasıyla korkarlardı. Tenhalarda göz yaşı döker Allah’tan afv ve mağfiret dilerdi. Bu husustaki hassasiyeti o dereceye varmıştı ki bir gün Hz. Huzeyfe’ye şöyle sordu: “Ey Huzeyfe, Resûl-i Kibriya Efendimiz sana münâfıkların gizli sırlarını anlatmıştı. Allah için doğru söyle, bende münâfıklık alâmeti olarak bir şey görüyor musun?”
En çok korktuğu ve en hassas davrandığı bir husus da “kul hakkı” idi. Bunun misalleri pek çoktur. Bunlar içerisinde en meşhur olmuş birisini nakledelim.
Hilafeti zamanında bir gün Hz. Osman (R.A.), Hz. Ömer’in huzuruna girmiş ve selam vermişti. O sırada bir mektup yazan Hz. Ömer (R.A.), selamı almamış aceleyle mektubu tamamlayıp mumu söndürerek bir başka mum yakmış ve Hazret-i Osman’ın selamını bundan sonra almıştı. Bu hale çok hayret eden Hz. Osman (R.A.), sebebini sorunca şu cevabı almıştı:
“Sen selam verdiğinde Müslümanların işlerine ait bir mektup yazıyordum. O sırada yanan mum da Beytü’l-Mal’a aittir. O esnada senin selamını almadım. Alsaydım, Cenab-ı Hak, bana bunun hesabını sorardı ve ben ne cevap verirdim. Şu anda yanan mum ise benim şahsıma aittir. Onu yaktım ve selamını öylece aldım.”
Hz. Ömer (R.A.) mesuliyet duygusunda da mümtaz bir şahsiyetti. Halifeliği sırasında geceleri şehri dolaşır, uyuyan kervancıların kervanlarını beklerdi….
Hz. Ömer (R.A.), fevkalâde bir cesaret sahibi idi. Kapısında muhafız bulundurmazdı…
…
Çok celalli ve gayretli idi. Bir defasında cemaatle namazda iken Peygamberimiz (S.A.V.) Naziat sûresinin 24’ncü ayetini okuyordu. Bu ayette Firavunun kendi askerlerine, “Ben sizin en yüksek tanrınızım” dediği anlatılıyordu. Hz. Ömer namazda iken “Eğer ben o Firavunun zamanında olsaydım, boynunu koparırdım” buyurdu. Namazdan sonra, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) kendisine, “Namazını kaza et, zira namazda konuştun” dedi. Cebrail (A.S.) geldi ve “Ey Resûlüm, Ömer’e namazını kaza et deme. Biz O’nun namazını kabul buyurduk. Bütün ümmetin namazları ile bir kıldık. Biz çok gayretli kulların gayretlerini severiz.” denildi.
ALEVİLİK NEDİR? / MEHMED KIRKINCI – 1994