Filistin Meselemiz

Filistin Tarihine Özet Bakış

Filistin! Kanayan yaramız… Birinci dünya savaşına girerken bizim hakimiyetimizde olan bu kutsal topraklarımız, İngiliz işgali ile elimizden çıktı. 1914-1918 arasında 38.000 civarında olan yahudi nüfus 58.000’e (Nüfusa oran %7,8) yükseltildi. Aynı dönem Filistin nüfusu 740Bin civarıydı ve 611Bin Müslüman, 70Bin Hristiyan halktan oluşuyordu. 1925 Yılında yahudi nüfus 104 Bine ulaştı.

(Bu arada İngiltere Ürdün Emirliği’ni de kurmuştu ve bu manda himayesi 1922 yılında Milletler Cemiyeti’nde onaylanmıştı.)

İngiliz yönetimi sanayileşmeyi teşvik edici yeni vergi sistemi ile yahudilerin önünü açtı. Bazı projeler bilinçli olarak yahudi müteşebbislerine verildi. Bu durum iki toplum arasındaki gelişmişlik farkını Araplar aleyhine daha da derinleştirdi. 1931’deki duruma göre Araplar’ın % 86’sı tarımla uğraşıp köylerde yaşadığı halde yahudiler daha çok şehirlerde oturuyorlar, ticaret ve sanayi ile uğraşıyorlardı. Ayrıca manda yönetiminin eğitim ve sosyal harcamalara ayırdığı payı giderek azaltması eğitim açığını da arttırdı. Arap okullarının çoğu ilkokul seviyesinde iken yahudilerin, siyonistlerin yardımıyla açılmış üniversiteleri bile bulunuyordu.

1933/ Naziler ve Almanya’daki yahudi düşmanlığı dünya kamu oyunda yahudiler lehine bir durum meydana getirdi. İngiltere bu süreçte Filistin’e yahudi göçlerine izin vermekle de kalmadı, silahlandırdı. Bunun üzerine çatışmaların yaşandığı bir süreç yaşanmaya başladı. Çatışmalar artınca güya tarafları uzlaştırmak için 1939 Londra’da konferans düzenlendi. İki tarafında (artık iki taraf da olmuşlardı) karşı çıktığı bu konferans sonunda İngiltere, ilk beş yıl için 75Bin yahudi göçünün olması ve 1944 sonrasında göçlerin Arap iznine bağlı olmasını öneriyordu.

1942 Yılında Amerika’da, siyonistler ilk kez resmen Filistin’de yahudi devleti kurmak için mücadele edeceklerini açıkladılar. Aynı dönemde gizli yahudi ordusu olarak aktif bulunan Haganah, bir yandan İngiliz ordusundan silâh kaçırırken/alırken öte yandan da Avrupa’dan kaçan yahudileri gizlice Filistin’e yerleştirmeye devam ediyordu.

Filistin Taksimi BM’de Kabul Edildi

1947 yılına gelindiğinde güya yaşanan çatışmaları durdurmak adına Birleşmiş Milletler’e durum taşındı ve çeşitli itirazlara rağmen genel kurul 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 sayılı kararla Filistin’in taksimini kabul etti. 7 Bölgeye böldükleri Filistin’in 3 bölgesini yahudilere, 3 bölgesini Müslümanlara ayrılırken, Kudüs ve çevresine de milletler arası statü sağlanacaktı.

Bu plan uygulandığı takdirde büyük kısmı verimli arazi olmak üzere Filistin topraklarının % 56,47’si yahudilerin eline geçiyordu; halbuki göçlere rağmen Araplar hâlâ büyük çoğunluğu oluşturuyorlardı. 1946 sayımına göre Filistin’in toplam nüfusu 1.942.349 idi ve bunun 1.175.196’sını müslümanlar, 602.586’sını yahudiler, 148.910’unu hıristiyanlar, 15.657’sini de diğer unsurlar meydana getiriyordu. Bu durumda yahudiler nüfusun % 31’ini teşkil ettikleri halde ülke topraklarının yarıdan fazlasına sahip oluyorlardı.

Müslümanlar, bunu kabul etmeyip mücadeleyi arttırdılar. Yahudiler ise kararı hemen benimseyip kendilerine ayrılan bölgeleri işgale başladılar. İngiltere de bu arada her zamanki gibi aradan sıyrılmasının zamanını ve ortamını hazır etmişti ve 15 Mayıs 1948’de manda yönetimini sona erdireceğini açıkladı. Manda yönetiminin biteceği bu tarihe gelindiğinde 14-15 mayıs gecesinde ise “İsrail Devleti” nin kurulduğunu ilan ettiler. (İngiltere 30 yıl, Filistin’i yağmalayıp, sivil makamları dahil askerî otorite ile doldurup, Yahudileri bölgede tutundurduktan sonra çekilmiş oldu. )

israilin Devlet Olarak Tanınması

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman, tam on bir dakika sonra, Sovyetler Birliği de ertesi gün bu devleti tanıdıklarını açıkladılar. Türkiye (Dönemin Yönetimi: CHP/Şemsettin Günaltay), 28 Mart 1949’da İsrail’i resmen tanıyan ilk Müslüman devlet oldu. Araplar ise savaş ilan ettiler. Batılı güçlerin desteği ile ve zaten manda himayesinde atanmış özellikle Ürdün yönetimi marifeti ile süreç sekteye uğratıldı ve Arapların aleyhine gelişti. Amerika’nın ateşkesine İtrail uymadı vs.

Arap-israil Savaşının Kazananları

Bu savaş sonunda ise İsrail, taksim planından bile daha fazla toprağa sahip olmuş oldu. Bu savaştan toprak kazanımında en kârlı çıkan ikinci ülke ise Ürdün oldu.

1947’de 650.000 civarında bulunan yahudilerin sayısı 1949 sonunda 758.000’e ulaşırken yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen Filistinliler komşu ülkelere veya Araplar’ın yoğun olduğu bölgelere sığınmak durumunda kaldılar ve mülteci sorunu da böylece başlamış oldu.

israil, Kudüs’ü Başşehir İlan Etti

İsrail bu sürecin akabinde bütün tepkilere rağmen 23 Ocak 1950 tarihinde aldığı bir kararla Kudüs’ü başşehir ilân etti. Bu süreçte Amerika, Araplara ambargo uygularken, israile destek oluyordu. Devam eden süreçte Arapların ara ara yaptıkları görüşmelerde alınan kararlara Ürdün hep karşı çıkmıştır.

Arap ülkelerinin kontrolünden çıkamayan Filistin Kurtuluş Örgütü ile El-Fetih arasında rekabetin arttığı bu dönem sonunda El-Fetih, 1965 yılından itibaren silahlı mücadeleye girişti.

Altı Gün Savaşı

İsrail, el-Fetih gerillalarının herekâtına son vermek ve “arz-ı mev‘ûdu” ele geçirmek için 5 Haziran 1967’de Araplar’a karşı yeniden hücuma geçti. Altı gün süren savaş içinde Mısır’a ait Sînâ’yı, Suriye’ye ait Golan tepelerini, Ürdün’ün yönetimindeki Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ü ve Filistin’in Gazze Şeridi’ni işgal etti. Sonuç olarak Filistin toprakları dışında yeni topraklar da ele geçiren İsrail, sınırları içinde yaşayan 300.000 Arap’a 1.000.000 daha eklemiş oldu. Bu sırada sayıları 2.300.000’i bulan yahudiler, genel nüfusun % 63’ünü oluşturmuş oldular.

Bu süreçte alınan Birleşmiş Milletler kararlarına israil uymadı. Yaşanan zulümler sonucunda 400Bin civarı mülteci artışı gerçekleşti. Savaş öncesinde bile 700Bin kadar Filistinli mültecinin yaşamak zorunda kaldığı Ürdün’de iç savaş çıktı. Hatta bu süreçte, İsrail ile sorun yaşamalarına sebep olacağı gerekçesiyle mülteci kamplarına Ürdün askerleri saldırılar yaptılar. Binlerce Filistinliyi öldürdüler. Bunun üzerine bazı Arap ülkeleri de Ürdün ile diplomatik ilişkilerini kestiler.

Yaşanan süreç yine Araplar arasında parçalanmaya sebebiyet verdi ve İsrail için savaş fırsatı oldu.

Kudüs’ün 1967 öncesi statüsüne dönmesi için alınan Birleşmiş Milletler kararına da İsrail uymadı. Tıpkı sonraki kararlara da uymayacağı gibi…

“Yerleşimci” Hırsızlık Olayları ABD Tarafından Onaylandı

1981 Yılına kadar çeşitli ülkelerin de katılımları ile defalarca anlaşmalar denendi. Ancak çözüme gidilemeyen bu uzun süreçte İsrail, Amerika’ nın koruması altında işgallerine devam etti. Özellikle 1980 Amerika seçimlerini Ronald Reagan’ın kazanması ile İsrail’in azgınlığı daha da arttı. Başkan Reagan, 2 Şubat 1981’de İsrail’in Ortadoğu’da Amerika’nın yararına bir kuvvet oluşturduğunu ve yahudi yerleşimlerini hukuka aykırı sayan eski başkan Carter’in görüşüne katılmadığını açıkladı.

Amerika Birleşik Devletleri’nin tam desteğini alan İsrail, Araplar’a ve Filistin Kurtuluş Örgütü hedeflerine karşı harekete geçti. Irak’ın Bağdat yakınlarında inşa etmekte olduğu nükleer santrali 8 Haziran 1981 günü havadan bombaladı. Bu saldırının tepkileri henüz devam ederken 6 Ekim 1981’de Enver Sedat suikastla öldürüldü. Suikastın yarattığı ortamdan faydalanan İsrail 14 Aralık 1981’de Golan tepelerini ilhak ettiğini açıkladı. Hemen sonrasında Lübnan’daki Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarına karşı saldırılarını arttırdı. Örgütü Lübnan’dan söküp atmak için 6 Haziran 1982’den itibaren Lübnan’ı işgale başladı.

Beyrut’u kuşattı ve sivil halkı bombaladı. Şimdi sivil katliamlarını açıktan destekleyen Amerika Birleşik Devletleri, o dönem İsrail’e sözde tepki göstermişti. Tabi gösterdikleri tepkilerin ciddiyeti olmadığından İsrail, işgal hareketlerini hızlandırarak devam ediyordu. Nitekim İsrail, Eylül 1982 de Beyrut’un güneyindeki Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarında katliam yapmaktan geri durmadı.

80li yıllar da sonuçsuz görüşme ve anlaşma taslakları ile geçti. Bir taraftan da Batı Şeria ve Gazze’de Aralık 1987’den itibaren İsrail askerlerine karşı silâh olarak yalnız taşın kullanıldığı bir mücadele (intifâda) başlatıldı.

Mavi Marmara Olayı

Devam eden süreçte sürekli işgaller benzer şekilde devam etti. Sonuç olarak İsrail işgal ve tacizlerini sürdürürken, uluslararası hiçbir yaptırıma da maruz kalmadı. Alınan bazı kararlar olsa da bunlara uymadı ve hiç bedel ödemeden bu günlere kadar getirildi. 2010 Yılında Mavi Marmara gibi içinde Türklerin de olduğu bazı girişimler de sonuç vermedi. Gemiye saldırıp hedef gözetmeksizin ateş açan İsrail, yine bedel ödemedi.

Yakın döneme ilişkin gelişmeleri ise genel anlamda değil Türkiye özelinde birlikte değerlendirelim istedim ve ayrı başlık ile devam ediyorum:

TÜRKİYE – FİLİSTİN

  • 1949 İsraili tanıyan ilk Müslüman ülke olduk.
  • 1960’lı yıllardan itibaren, Türkiye tüm toplantılarda Filistin lehine oy kullanmıştır.
  • 1969 yılında Türkiye FKÖ diyaloğu İslam Ülkeleri Zirvesi’nde başlamış ve artarak devam etmiştir.
  • 1979 yılında Yaser Arafat Ankara’da kabul edilmiş ve Türkiye’de FKÖ temsilciliği açılmıştır.
  • 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgal ederek birleşik Kudüs’ü başkenti ilan etmesine, Türkiye sonuna kadar karşı çıkmış, bu kararı asla kabul etmeyeceğini vurgulamış ve diplomatik ilişkilerini en alt düzeye indirdiğini açıklamıştır.
  • 27 Aralık 2008 tarihinde İsrail’in bölgede 1.000’den fazla Filistinli’nin ölümü ve 4.000’den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Gazze saldırısında Türkiye, İsrail’in yaptığı katliamlara karşı dünya kamuoyunu göreve çağırmıştır.
  • 29 Ocak 2009 Davos Zirvesi’nde o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, “One Minute” çıkışı yapmıştır. (Sonrasında Erdoğan, tepkisinin Şimon Peres’e değil, moderatöre olduğu şeklinde açıklama yaptı.)
  • 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’de yaşanan insanlık dramına ve ablukaya karşı yola çıkan Mavi Marmara, Sfendoni, Challenger I, Eleftheri Mesogios, Gazze I ve Defne Y gemilerinden oluşan Gazze Özgürlük Filosu uluslararası sularda İsrail’in saldırısına uğramıştır. Bu saldırı, Mavi Marmara gemisindeki 10 Türk vatandaşının, İsrail askerleri tarafından şehit edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bunun neticesinde, Türkiye ve 3 ülke İsrail’den büyükelçilerini çekmiştir. Türkiye İsrail ile diplomatik ilişkilerini ikinci kâtip seviyesine düşürmüştür.
  • 6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını duyurup, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını açıklamasının ardından, Türkiye bu kararı, uluslararası hukukun ihlâli ve asla kabul edilemez olarak nitelendirmiştir.
  • 28 Ocak 2020 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump tarafından uluslararası kamuoyuna duyurulan “Refah İçin Barış: İsrail ve Filistin Halklarının Yaşamlarını İyileştirmek İçin Bir Vizyon” başlıklı sözde “barış planı” Filistin-İsrail meselesini bölgesel ve küresel ölçekte yeni bir aşamaya taşıma adımlardan biridir. Bu planın harita görüntüsünü aşağıda görebilirsiniz. Bir çok kritik maddeyi içeren bu planda özetle haritadaki durum ortaya çıkıyor. Parça parça bölünmüş Filistin topraklarının arasında tünel ve köprüler planlanıyor. Tabi bu geçişlerin kontrolü itrail askerlerine veriliyor!
  • 2020 Yılında sahte pandemi Covid bahanesi ve bağlı olarak israilin kısıtlama uygulamaları; Filistin için hem sosyal hem de ekonomik anlamda ayrıca zorluklar yaşanmasına sebep oldu. İsrail 2020 yılında Sadece Kudüs’te 170 evi yıktı ve 3500’den fazla Filistinliyi de göz altına aldı.
  • 2020-2021 / israil, 2020 yılında normalleşme anlaşması imzaladığı başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas gibi Arap ülkeleriyle ilişkilerini ilerletmek üzere 2021 yılında yeni adımlar attı, anlaşmalar imzaladı.
  • 2021 Yılında Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinatörlüğünün açıkladığı verilere göre, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında 2021 yılında 249 Filistinli hayatını kaybetti. 17.000′ den fazla Filistinli yaralandı. Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait 161, Batı Şeria’da 690’dan fazla toplamda 900’e yakın binayı yıktı. Yıkılan evlerin yerine “yerleşimci” ismini verdikleri hırsız, soysuz gaspçı işgalcilere bina yapılmaya devam edildi. 10.000 bina hedeflendi, uluslararası tepkiler üzerine 5.000 ve en son 3.000 olarak ölümü gösterip sıtmadan devam ettiler. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, yıl sonuna kadar 450 kadar “yerleşimci” işgalci saldırısı kaydedildi.
  • 2021 / İsrail güçleri aynı şekilde Batı Şeria’da 3 bin 400’den fazla baskın düzenleyerek işgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da 6 binden fazla Filistinliyi gözaltına aldı.
  • 2021 / Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, 15 yıl aradan sonra İsrail işgali ve ablukası altındaki Filistin topraklarında devlet başkanlığı ve genel seçim yapılmasını öngören kararnameyi 15 Ocak’ta imzalamıştı. Ancak Nisan 2021 tarihinde Kudüs’te israilin seçim izni vermemesini gerekçe göstererek seçimleri erteleme kararı aldı.
  • 2021 / israil 11 gün boyunca Gazze’de sivil yerleşim yerlerinin de bulunduğu noktaları bombaladı. Filistin Sağlık Bakanlığı bu saldırılarda 65’i çocuk, 39’u kadın 17’si yaşlı 230’dan fazla Filistinlinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Bakanlık, 560’ı çocuk, 380’i kadın, 91’i yaşlı 1900 kişinin de yaralandığını, bu kişilerden 90’ının durumunun ağır olduğunu bildirdi. Birleşmiş Milletlere göre israil saldırıları nedeniyle en az 75 bin kişi yerinden edildi, Gazze’deki sivil yerleşimler ve altyapı ağır yıkıma uğradı.
  • 2021 / Bu saldırılar Mısır aracılığı ile 21 mayısta son buldu ve 9 gün sonra israil ile normalleşme anlaşması imzalayan BAE, Tel Aviv’de büyükelçilik açtı. Bahreyn’in İsrail’deki ilk büyükelçisi de 30 Ağustos’ta görevine başladı.
  • 2021-Kasım / Benny Gantz, Fas’ı ziyaret eden ilk israil Savunma Bakanı oldu. Ziyarette, Fas ve israil arasında savunma sanayisi, istihbarat ve güvenlik alanlarında iş birliği mutabakat zaptı imzalandı.
  • 2022 / israil 2022 yılında Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 12 bin 934 Yahudi yerleşim birimi için ruhsat verirken, Filistinlilere ait 318 ev ve 583 tesis için yıkım emri çıkardı. 12500 adet zeytin ağacını söktüler. Nablus başta olmak üzere bölgede 300 e yakın “yerleşimci” işgalci saldırısı yaşandı.
  • 2022 Yılı itibariyle Batı Şeria’da 179 Yahudi yerleşim yeri bulunurken, işgal altındaki Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’daki Yahudi “yerleşimcilerin”(hırsız gaspçıların) sayısı 950 bine yükseldi.
  • israil güçleri, 2022 yılında 168’i işgal altındaki Batı Şeria’da, 52’si abluka altındaki Gazze Şeridi’nde olmak üzere 48’i çocuk, 220’den fazla Filistinliyi öldürdü. İsrail güçleri 9 binden fazla Filistinliyi de yaraladı.
  • 2022 / Türkiye, ise bu saldırıları kınadı. Dışişleri Bakanlığından 3 Aralık’ta yapılan yazılı açıklamada, “Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’da son dönemde artan şiddet olaylarından ve sivil can kayıplarından derin endişe duyuyor ve yargısız infazları şiddetle kınıyoruz. Bölgede gerilimin daha fazla tırmanmasının önüne geçilmesi ve can kayıplarının önlenmesi için İsrail makamlarına gerekli önlemleri alması çağrısında bulunuyoruz.” ifadeleri kullanıldı.
  • 2023 / Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria dahil olmak üzere Filistin topraklarında bu yıl İsrail tarafından öldürülenlerin sayısının 1948’den bu yana kaydedilen en yüksek rakam olduğu belirtildi. Filistin resmi ajansı WAFA’nın yayınladığı rapora göre Filistin genelinde (Gazze ve Batı Şeria) 2023 yılında 22 bin 404 Filistinli öldürüldü. (22 bin 141‘i 7 Ekim sonrası) Yine aynı dönemde Gazze dışında da ölümler devam etti ve Batı Şeria‘da 111’i çocuk, 4’ü kadın 319 Filistinli öldürüldü. Saldırılarda ölenlerin %40’ı çocuklar, %30’u kadınlar olarak kayda geçti. (Rakamlara göre 2023, İsrail’in kurulduğu Nekbe’den (1948) bu yana en çok Filistinlinin öldürüldüğü yıl oldu.)
  • 2023 / Gazze şeridindeki saldırılar nedeniye 1.9 Milyon Filistinli yerlerinden edildi. (2023 İtibariyle Gazze nüfusu 2.3 Milyona ulaşmıştı.)
  • 2023 yılında israil 7800 Filistinliyi tutukladı.
  • 2024 Mart ayı itibariyle Batı Şeria topraklarının son 30 yılın en büyük toprak gaspına tanık olundu. israil’in, “devlet arazisi” olduğu gerekçesiyle el koyduğu arazilerin toplam yüz ölçümünün 10 bin 640 dönüme ulaştı. (Kudüs’ün doğusu ve Batı Şeria kuzeyi)

7 Ekim’den günümüze…

07 Ekim 2023 tarihinden itibaren israilin Gazze şeridinde sürdürdüğü saldırılarda en az 34.000 Filistinli vefat etti. 76.500 Filistinli de yaralandı. Vefat edenlerin %43’ü çocuklar, %29’u kadınlardan oluşuyor. Hala enkaz altında binlerce ölü olduğu biliniyor.

Refah’a sıkışan Filistinlilere yapılan saldırılar, halkın kalanının yerinden edilmesine sebep olacak gibi. Hastaneler, okullar işgal edilip bombalanıyor. Hastalara tecavüz etmeye kadar varan aşağılık eylemler israilin korkak itleri tarafından işleniyor. Mücahidler karşısında altlarını bezleyen israilin sözde askerleri, masum ve korunaksız sivillere türlü işkenceler ediyor.

Gazze’de yapıların %70, yıkıldı. 290Bin konut, 305 okul hasar aldı. Alt yapı tahrip edildi ve tamamının tahribine yönelik saldırılar devam ediyor.

Çocuk kaçırmalar ve kaçırdıkları masum insanların iç organ ve deri dokularını da çalmaları ise devam ediyor.

Bu arada sadece Gazze’de değil; eş zamanlı olarak Batı Şeria başta olmak üzere, işgaller de devam ediyor. Batı Şeria’da ortalama günde 1 Filistinli öldürülüyor.

Türkiye, Saldırılara İlişkin Açıklamalar Yapıyor

Bütün bunlar yaşanırken Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı’nın resmi anlamda tek yaptığı ise “açıklama”. Üstelik bu açıklamalar örneğin Rusya’daki terör saldırısına ilişkin yapılan açıklamalardan daha yumuşak bir dille yapılıyor. Bakanlığın sayfasından açıklamalara isteyen bu linkten bütün yazıların sayfasına girip ilgili açıklamalara bakabilir:

https://www.mfa.gov.tr/sub.tr.mfa?3fc6582e-a37b-40d1-847a-6914dc12fb60

Filistin’e yapılan saldırılara yönelik son açıklamalarına ilişkin linkler:

https://www.mfa.gov.tr/sc_-8_-disisleri-bakanligi-sozcusu-oncu-keceli-nin-2728-(2024)-sayili-bm-guvenlik-konseyi-karari-hk-sc.tr.mfa

https://www.mfa.gov.tr/no_-37_-israil-in-insani-yardim-bekleyen-sivillere-saldirisi-hk.tr.mfa

https://www.mfa.gov.tr/no_-28_-israil-in-gazze-de-bulunan-refah-kentine-yonelik-saldirilari-hk.tr.mfa

Rusya’daki saldırıya ilişkin açıklama linki:

https://www.mfa.gov.tr/no_-47_-moskova-da-meydana-gelen-teror-saldirisi-hk.tr.mfa

Filistinde Son Durum

“Yerleşimci” denilen hırsız, gaspçıların saldırıları 1200’ü geçti. israilin “Sivilleri silahlandırma kampanyasına” 300Bin başvuru yapıldı ve 50Bin ruhsatlı silah dağıtıldı.

Yaklaşık 35Bin Filistinlinin öldürüldüğü, 100Bin’e yakın yaralının olduğu Gazze’de, savaş suçları dahil işlenmeyen suç türü kalmadı. Bombalarla öldüremedikleri Filistinlileri açlıktan ölüyorlar. Bu işgali durdurmak şöyle dursun, gıda ve ilaç yardımlarını bile Gazze’ye ulaştırmaktan aciz sözde İslam ülkelerinin yöneticileri ise, halklarını kandırmanın peşinde. Bazıları ise bu gayrete de gerek görmeden, festivaller düzenliyor. 6 Ayı aşkın süredir, sadece Gazze değil, bütün Müslüman ülkelerin işgal edildiğini gösteren katliamlar yaşanıyor.

Bu çok uzun ve detaylı konuyu mümkün olduğunda kısa tutmaya çalıştım. Ancak yine de bu son kısımda bir özet yapmak faydalı olacaktır.

  • Öncelikle Gazze başta olmak üzere yaşanan olayların 07 Ekim’de başlamadığını ve israilin kuruluşu öncesi başlayıp, kuruluşu ile birlikte artarak devam ettiğini unutmayalım.
  • israil, Baskı, taciz, aşağılama, alıkoyma, çocuk kaçırma, işgal, hırsızlık, tecavüz, gasp, öldürme, öldürüp organ ve deri çalma, çocuk ve organ ticareti, kimyasal silah kullanma, hastane ve ambulans dahil hedef gözetmeksizin toplu yerleşim yeri bombalama, cami ve kilise bombalama, sağlık hizmetlerinden, temel ihtiyaç ve eğitimden mahrum kılma dahil, hemen hemen akla gelecek bütün suç türlerini en aşağılık şekillerde, “devlet” eliyle ve dünyanın gözüne soka soka işlemeye devam ediyor. Bunu inkar da etmiyor. Hatta israil başbakanı sözde “müslüman” ülke liderlerine  “Çıkarınızı korumak istiyorsanız, sessiz kalın” ifadelerini basın toplantısı yaparak kullandı. Bizim ülkemiz dahil hiçbir liderden de doğru düzgün yanıt bile verilmedi.
  • Açlık, kimyasal dahil bombalamalar, hastalıklar ve şiddetin her türlüsü Gazze ve Batı Şeria’da yaşanmaya devam ediyor.
  • Uluslararası kurum ve kuruluşlar, sözde “müslüman” ülkeler ve birkaç ülke hariç bütün dünya seyrediyor.

Türkiye Filistin İçin Ne yapıyor?

Filistin halkı, bu acıları yaşamaya devam ederken bütün dünyada farklı farklı tepkiler de yaşanmaya devam ediyor ve Filistin, dünya insanlarına hiç fark etmedikleri veya bilmedikleri gerçekleri adeta yaşatıyor.

İman ve imkanın ters orantısını… sabır ve tevekkülü… cesareti…nasıl yaşanacağını değil belki ama nasıl ölüneceğini…

Dünya insanlarının bazıları, bu harika insanlarda gördükleri İslam’a kayıtsız kalamayıp Müslüman olmayı seçerken; çoğu “müslüman” ülkelerden çok daha ciddi protestolarla adeta kendilerini paralıyorlar. Fakat “demokrasi” ne menem bir şeyse artık: hiçbir ülke yönetimi halklarının bu tepkilerine rağmen itraile somut bir hamle yapmıyor!

Yani Filistin bize bütün dünyanın köle olduğunu, en demokratik sanılan ülkelerin bile aslında halklarını uyutan taşeronlar tarafından yönetildiklerini göstermiş oldu.

Türkiye olarak geçmişte de yaşanan israil zulümlerine farklı farklı tepkiler vermiştik. Kimisinde diplomatik ilişkileri ikinci seviyeye düşürme, kimisinde en alt düzeye alma, kimisinde elçi çekme, kimisinde de “kınama”…

7 Ekimden bu zamana kadar ise, mevcut hükümet “kınama” haricinde ciddi hiçbir adım atmadı. Cumhurbaşkanı kürsülerde, halkımıza israili şikayet ederek enteresan bir tepki çeşidi icat etti. Hatta düzeltelim; doğrudan israili de değil; Netanyahu’ yu eleştirmeye devam etti. Adeta israilde muhalefet partisi lideriymiş gibi tutum sergiledi. “Kimsenin görmediği ve bilmediği” yardımlarımızın sürdüğünü ve devam edeceğini de defalarca iddia etti.

Neler yapılabilirdi?

Diplomatik ilişkileri kesebilir veya alt seviyeye düşürebilirdi.

Kınamalarını seçim meydanlarında değil, uluslararası platformlarda yapabilirdi. Mesela Güney Afrika, BM yüksek mahkemesinde israil aleyhine “Filistinlilere soykırım uygulama” suçlaması ile dava açtı!

Ticaret ambargosu uygulayabilirdi. Filistin yerle bir edildikten sonra kısmi ambargoya karar verdiler. O da basına servis aşamasında şu an.

İhracat yasağı getirebilirdi.

Ekonomik işbirliğini durdurabilirdi.

Askeri yardım, ortak tatbikat vb. bütün ilişkileri kesebilirdi.

İsrail ürünlerine devlet kurumları olarak boykot uygulayabilirdi. Bakanlarımız bile israil ürünlerinin eksik olmadığı sofralarda yemek yemeye devam ediyor.

Ülkemizdeki israil markalarına sağlanan imtiyazları iptal edebilirdi.

Dünya ne durumda?

Güney Afrika, BM yüksek mahkemesinde israil aleyhine “Filistinlilere soykırım uygulama” suçlaması ile dava açtı!

İspanya, Filistin’in tanınması için uluslararası toplumda resmen destek arıyor ve İrlanda, Malta ve Slovenya ile birlikte ortak açıklama yaptılar. Filistin’e yapacakları yardımları arttırmayı onayladılar.

Başta Kolombiya başkanı Gustavo Petro olmak üzere Şili, Arjantin, Bolivya, Honduras, Peru, Guatemala, Dominik ve Kosta Rika yaşananlardan ötürü Filistinlilerle dayanışma mesajları açıklayıp İsrail’i eleştirdiler.

Bolivya, İsrail’le diplomatik ilişkileri tek taraflı olarak kesti.

Yemen, askeri operasyon dahil gücü nispetinde en net tavrı koyan ülke oldu. Diğer arap ülkeleri maalesef hiçbir şey olmamış gibi normal hayatlarına devam ettiler.

BM de saldırıların en başından beri israili eleştiren açıklamalar yaptı ama somut bir adım atılmadı.

Avrupa ve Amerika ülke halkları ise, 07 Ekimden bu zamana kadar kış hava şartları dahil, en ciddi tepkiyi veren halklar oldular. Hâlâ da hükümetlerini ve zulmü destekleyen firmaları farklı şekillerde protesto etmeye devam diyorlar. Tabi bu durum yönetimlerinin umurunda değil. Sahiplerinin yolunda zulme bir şekilde ortak olmaya devam ediyorlar.

Kınama düzeyinde ise hemen her ülke yönetimi bizim gibi sadece kınadı!

Azerbaycan ise net olarak Filistin’in “saldırılarını” kınayarak İsrail’e destek verdi. Sonra daha politik zırva açıklamalar yapsalar da fiilen de İsrail’e destek vermeye devam ediyor.

Türkiye’de Muhalefet Ne Yaptı?

Muhalefet partileri, bütün kritik süreçlerde olduğu gibi yine hükümete ciddi bir muhalefet göstermedi. Anlamsız ve ülkemiz için önemi olmayan saçma sapan konularda muhalefetçilik oynayan siyasi partiler, böyle önemli konularda çeyrek asırdır ıslık çalmaya devam ediyor.

Bireysel olarak özellikle Saadet Partisi’nden Abdulkadir Karaduman, meclis tutanaklarına da geçirerek feveran ettiğine şahit olduk ama partisinden ciddi bir tepki gelmedi. Yeniden Refah Partisi, grup halinde tepki koyan ve sürdüren tek parti görüntüsü ile yerel seçimlere girdi. Ancak tepkiler teknik ve stratejik değildi. Örneğin: Ülke genelinde teşkilatlanmış bir parti olmasını değerlendirip; teşkilatlarını sahaya çıkartıp ülke genelinde düzenli ve istikrarlı gösteriler yapabilirlerdi. Bu şekilde bir organize tepkinin hükümet üzerinde daha fazla etkisi olacağı muhakkaktı. Hatta bu tür eylemler siyasi olarak da kendilerine çok olumlu yansırdı ama buna rağmen sahada yansıması olan hamleler yapmamayı tercih ettiler.

Stk, Cemaat, Tarikat, Akademi Dünyası, Basın vb. Ne yapıyor?

07 Ekimden itibaren aralıksız devam eden israilin Filistin soykırım saldırıları, siyasilerimizin gerçek yüzünü göstermesinin yanı sıra yüzleşmeye hazır olanlar için daha acı gerçekleri de ortaya döktü aslında.

Toplumun temel yapı taşları olarak gördüğümüz İslâm referanslı “kamu kurumları, cemaat, tarikat ve sivil toplum kuruluşları” hükümete karşı tepki göstermek yerine en üst kademede sessizliği, daha alt kademelerinde ise hükümete bahaneler üretmeyi seçtiler.

İstisnasız hepsi tabanlarının algılarına yönelik operasyon çektiler ve Müslümanların göstermesi gereken tepkiyi sistemli bir şekilde engellediler. Sahalara yansıyacak yasal gösteriler şöyle dursun; dini açıdan yaşananlara ilişkin “hüküm” bile paylaşmadılar.

Diyanet, İsmailağa, Menzil, Nurcular, Süleymancılar vs. geniş kitleleri olan bu kurum ve yapılanmaların hepsi ağız birliği ile sustular! Hatta duymadılar, görmediler... Meselelere varlık amaçlarına yönelik bakmak yerine hepsi “karşı taraf mı iktidara gelsin” özetinde siyasi mantık güderek, yaşanan her olaya particilik gözünden baktılar.

Tabanları da bunu çok sevdi. Sorumluluktan kurtulduklarını düşündüren, güçlünün yanında olmanın güvenini sağlayan, eksikleri ve yanlışları kadere veya “karşı tarafa” yıkmanın “avantajını” kazandıran bu konfor alanı çok hoşlarına gitti. Hem zalimleri eleştirdiklerini sanıyor hem de Müslüman kıyımlarından yara almadan yaşamlarına devam edebiliyorlardı. Adeta “sınanmadıkları” bir dünya kurmuş ve haşa Peygamberlerin bile keşfetmedikleri bir kulluk formu icat etmişlerdi.

Nehy-i anil münker olmadan nasıl da keyifli bir din oluyordu bu İslam! Kötülükten men etmeyince veya günahlara karşı uyarmayınca acayip güvenli bir hale dönüyordu din!

Örnek Tepkiler

Mesela; Recep Tayyip Erdoğan’a 2004 yılında zinayı suç olmaktan çıkarttığı için tepki göstermek yerine, yasal olarak hala güvence altına almadığı başörtüsü serbestliği üzerinden halifeliğe varan övgüler atfetmek daha güvenliydi.

Yine Ayasofya Camii’ni açtığında haklı sevinç yaşayıp, övgü çığlıklarını atan “müslümanlar” bugün Ayasofya Camii’nin üst katı özel bir şirket tarafından işletildiği, 25€ karşılığında giriş yapılabildiği, hritstiyan turistlerin açık açık kendilerine özgü ibadet ritüelleri sergilediği bir duruma gelinmesine ise yine “güvenli sessizlik” tepkisi veriyorlar.

Yani, özetle Recep Tayyip Erdoğan, Kur’an’ı-Kerim okuduğunda sevinen bu “müslüman” türü, o okuduğu Allah kelamının aksine yasa ve yönetmelikler yaptığında ise sus pus kalmak bir yana bahane üretmeye çalışıyor.

Burada aslında FETÖ benzeri bir durum sergilenmiş oluyor. Şeyhleri, hocaları, abileri, liderleri, başkanları veya mollalarına olan inançlarından değil bu suskunluğun sebebi; bu makamları kendi keyiflerine güvence olarak kullandıkları için bu tercih… Fetönün sözde “lideri” mensuplarına ahiret için dünyadan ve nimetlerinden uzak durmayı öğütleseydi acaba arkasında duracaklar mıydı? Veya şimdi haksız olarak bazı makamlara gelmiş mensuplarına tevbe ile istifayı önerse dediklerini yaparlar mı? TABİİ Kİ HAYIR!

Tercihler

Şeytanın ahirzaman vaadi hem dünya hem ahireti aynı anda pazarlamak! Yukarıda bahsettiğim “müslüman” türü için çok cazip ve “akıllıca” bir tercih olarak görünüyor. Bu sebeple, Cumhurbaşkanı da dahil, bütün makamlar bu vaadi temsil ettiği için kutsanıyor. Onlar da bu yalancı “lider”liğin cezbesinde toplumlarına günah önderliği yapmaya devam ediyorlar.

Şayet bu şekilde bir “müslümanlık” türü benimsenmeseydi bugün Filistin bu halde olmaz, ilk kıblemiz çiğnenmezdi. İzzeti Allah ve bizim için seçtiği İslam dininde aramak yerine menfaatte aradığımız için bunlar yaşanıyor.

İsmail Ağa Cemaatinden bir “hoca” nın “israil ile ticaret kesilmemeli, orada da masum insanlar var” fetvasını mı izlemedik?

AKP Başkan Yardımcısı bir adamın güya kınamaları da eksik etmedikten “İsrail’de çok önemli bağlantıları olan arkadaşlarımız da var...6 satıp 1 aldığımız bir ülke” gibi ifadelerle israil ile ticareti savunduğu mu görmedik?

Gazze’de olduğumuza dair Cumhurbaşkanlığından mesajlar aldığını iddia eden; buna da hemen ikna olup yayan “düşünürler” mi görmedik…

Bütün Planın Parçaları

Halbuki bunlar 20 yıldır yaşanan bir bütünün parçalarıdır. Öyle sanıldığı gibi münferit yaşanan talihsiz ifadeler falan değildir. Mesela 2004 yılında ABD’nin dünyaca ünlü Üniversitesi Harvard’da konuşan Erdoğan, Müslümanları katleden İsrail ve ABD ile ilgili söyledikleri yine bu “bütünün” parçalarıydı: “Türkiye ABD’nin Irak’ta başarılı olmasını samimiyetle arzu etmektedir. Çok yönlü destek de olmaktadır.” …”İsrail’in yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacak”  (ilgili video linki için tıklayabilirsiniz.)

Bütün dünyada tepki gösterileri, ülke yönetimlerine yapılırken; bizde İHH başta olmak üzere gösteri tertipleyenler ilgisiz yerlere saçma sapan gösteriler tertip edip, enerjiyi topraklatma görevi yürüttüler. Bu sayede haklı davada haksız yöntemler ile yönetime müdahale imkanı verip, daha sonra tepki göstereceklere de gözdağı verilmiş oldu.

Akademik camiamıza ve entelektüel takılan milli taklidi yapan haşere sözde “düşünürlere” ise yer ayırmayı bile gereksiz görüp cümle kurmamayı tercih ediyorum.

Neler Yapabiliriz?

  • Filistindeki ve dünyadaki zulümleri “yokmuş” gibi yaşamamalıyız.
  • israil ve destekçisi bütün ürünleri boykot etmeliyiz. ( Sizin de Akpli “israil ile çok önemli bağlantıları olan arkadaşlarınız” varsa onlardan da uzak durmalısınız.)
  • Çevremizdeki algıları ile oynanmış kişilere, özellikle de gençlere Filistin davamızı, ilk kıblemizi anlatmalıyız.
  • Yöneticilere gücümüzün yettiği mecra ve yöntemlerle mutlaka tepki göstermeli ve bu insanlık düşmanı insi şeytanlara müdahale yapmaya çağırmalıyız.
  • Yöneticilerimiz başta olmak üzere, hedef saptıran açıklamalara kanıp algı kurbanı olmamalıyız:

Şu an Filistin’ de yaşanan israil yönetimindeki bir herifin siyasi adiliği falan değil; bu rezil yahudilerin dini inanç olarak benimsedikleri bir durumdur!

Bütün dünyada özellikle de dini kurumlar, bu lanetli, insan türünün düşmanı, peygamber katili, çocuk öldürmeyi ve işkence etmeyi “sevap” gören sözde “inanç” ile mücadele etmelidir. Bu mücadelede en önemli yöntem de bunların kendi kaynakları üzerinden neye inandıklarını, neleri hedeflediklerini dünya ile paylaşmaktır.

Ya Rab! Filistinli kardeşlerimize, Doğu Türkistanlı kardeşlerimize yardım eyle. Ya Kahhar! israil denilen terör örgütünü, bu örgütün dayandığı sözde inançlarına sahip bu lanetli kavmi ve destekçilerini bizim elimizle kahreyle! Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sancağını elinde bulunduran bizlere, o Şerefli sancağı yeniden dalgalandırıp, Cihad etmeyi nasip eyle. Buna mani olmak üzere siyonist çetelere uşaklık eden münafık yöneticilerden bizleri kurtar Amin Aminn Amin

Konuyla İlgili Diğer Yazılar için..

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!