Toplumlar farklı dönemlerde farklı farklı putlar edindiler. Peki ama neden ve nasıl?
En kısa yoldan özetlemeye çalışırsam:
Toplumları oluşturan “havas” (zenginler, yöneticiler, üst tabakalarda bulunan seçkinler ve ileri kademelerde bulunan kimseler) ve “avam” (halk tabakası, sıradan insanlar) tabakaları arasındaki zorunlu ilişkiden diyebilirim.
Yani genelde havas, baskıcı, kibirli ve zorbalık meyilli olduğundan putları veya putlaşmayı tercih eder. Avam tabaka ise adalet, merhamet ve ihsan arayışında olduğundan İlâhî dinleri tercih eder.
Ancak toplumların genel yapılarında hüküm havas elinde olduğundan, avam da ya zorlamalarla ya da taklit ederek bu putlaştırma veya put edinme sürecine dahil olur. Son asırda zorlamalara ilave olarak, algı yönetimi ile aldatma da avamı put edinmeye sevk etmiştir.
Bu zorlama yöntemler, yakın tarihe kadar doğrudan şiddet içerirken, son asırda yasalar eliyle, dolaylı şiddet içerecek şekilde uygulanmaktadır. Günümüzde de ülkemizde, bu yasalara bir çok örnek hâlâ uygulamada bulunmaktadır.
Bu sebeple İlâhî dinlere her zaman havas karşı çıkmıştır. Çünkü İlâhi dinler onların veya edindikleri putların ilâhlıklarını, doğrudan yerin dibine sokmaktadır. Buradan yola çıkarak çok net ifade edebilirim ki:
Şu an Allah katında din yalnız İslâm olduğuna göre, İslâma aykırı hüküm ve uygulama sahipleri; ya kendilerini ilâh yerine koyuyorlar ya da put edindiklerini…
Avamın da bu “ayinlerinden” arınıp, İslâmî bir hayat yaşama istekleri en büyük kâbusları olacağından, bütün put ve putperestlerin en büyük düşmanı İslâmdır. Batı ve batı zihniyetli ülkelerde bu düşmanlıklarını islamofobiyle, doğu medeniyeti ülkelerinde zalim iktidarlar eliyle ve ülkemizde de İslâm’ı “sulandırmaya” çalışarak ortaya koymaktadırlar.
Ülkemizdeki Uygulamaları
Ülkemizde doğrudan ve zor kullanarak İslâm’ı yok etmeye bütün dünya bir araya gelip güç yetiremedikleri için Elhamdülillah; içini boşaltmaya yönelik, ahlâksızlık temeli üzerine bina ettikleri bir yöntem uygulamaya koydular.
Bu çok geniş ve çok derin konunun sadece bir alt başlığına değinip bitireceğim inşallah. (Bu arada en baştan beri bahsettiğim konular, doğrudan sosyoloji konusuyken bizim akademi dünyasının “Comte, Durkheim, Marx, Weber vs.” hülyalarını ezberlemeyi “bilim” olarak kakalamaya devam etmeleri de ayrı bir “bilim putu” konu başlığıdır.)
Geçtiğimiz asır boyunca en temel kavramlarımızı, ölçülerimizi ve değerlerimizi çoğu zaman zorla, son dönemlerde ise maalesef “kendi rızamızla” elimizden aldılar. İslâm öyle mükemmel bir din ki; doğrudan karşılarına alamayacakları için bizi etrafından dolaştırma yolunu seçtiler.
İslâm’ın özü ile kabuğunun karıştırılması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İlahiyatçılardan, akademisyenlere; öğretmenlerden, hocalara; yazarlardan, çizerlere kadar birçok gönüllü ile birlikte yürüttükleri bu faaliyetler sonucunda, kendi dinini icat edecek nesiller yetiştirmeyi başardılar. Her ne kadar hedefledikleri gibi “10 yılda” başaramasalar da geldiğimiz noktada en temel dini bilgiden yoksun ama her konuda ahkam kesebilen bir nesille karşı karşıya kaldık.
Tabi aslan payını devlet yöneticilerine vermemiz gerekir. Sarayda içki içmeyi “laiklik” zannedenlerden, “Besmele” ile Senfoni Orkestra Binası açana kadar her türlü tipi gördük ve sonuç olarak tamamı, gayr-i İslâmî bir yönetimi temel esas olarak uyguladılar ve uyguluyorlar.
Bu uygulamalarda bir çok put ve put edinme şekli ortaya çıkıyor. Bunlardan “helvadan put” tarifi ile konuyu bağlayalım:
Helvadan put…
Temel olarak “diğerlerinin” kötülüğü üzerinden kendisine devşirilen “iyilik” mantığıyla hazırlanan bu put, cahiliye dönemindeki gibi, acıkınca yeme özgürlüğü de sunabiliyor. Birçok sözde “Müslüman” ülkede, bu putları ve sonra yine put edinenler tarafından yenilişlerini gördük.
Çoğunlukla dış güçler tarafından servis edilen bu putların, nadiren de olsa ülke içinde algıyla sahiplendirilmesi başarılı olursa “yemek yasak” tır. Hatta sıradaki putlar tarafından kutsanır ve zincirleme putçuluk ile “düzenlerini” sağlama alırlar.
Peki ama bu puta insanlar, neden ve nasıl taparlar?
Özünde, yazının başındaki ana sebeple birebir aynı sebepten. Çünkü bu sistemler, bu put sayesinde her tapana da rüşvet olarak küçük “ilahlıklar” verir. Kısa vadede “özgürlük, güç, menfaat” gibi rüşvetlerle, orta vadede kendilerinin devamını sağlarlar. Dolayısı ile kendi varlıkları, tebaalarının varlığına bağlı, saçma sapan bir “ilâhlık taslama” ortaya çıkar. Uzun vadede yani “ebediyette” ise, sonu hüsran olarak geri dönüşsüz bir gelecek, onları beklemektedir.
Temel prensip…
Temel prensipleri: Ortaya iyi bir sonuç, iş çıktığında tepedeki puta mal edilir. Kötü sonuç ve işler de halka veya bu mümkün değilse küçük putçuklara yüklenir.
Mesela; bu put komutan ise, kaybettiği savaşlarda hep “ekibi veya askerler onu satmış” olur. Kazanılan bir savaşta ise, “herkesin yanlışlarına rağmen o kahramanlık yapıp” zaferin sahibi olmuş olur.
Başkan ise, bütün güzel işleri, “ekibi o seçtiği ve yönettiği için” o üstlenir ama problemlerde, hemen “ekibi onu satmış” olur. Başarıda bütün payı kendine alırken, başarısızlıkta birden, iradesi yokmuş gibi sıvışır. Sıvışacak bir minik delik bile bulamazsa “aldanmış” olur ve helvacılar kendi putlarına ağlarlar.
Yani meslek fark etmeksizin bu prensip işler…
Ortağı, benzeri, yardımcısı olmayan; bütün kusur ve noksanlıklardan münezzeh olan Allah’a (c.c.), O’nun kulu ve elçisi olan Efendimiz Hz.Muhammed’e (a.s.m.), Kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e ve yegane din olan İslâmiyete, iman edip teslim olmayanlara, “ilahlık taslayacak” put çok olur.
Bu ve benzeri prensipler, ne kadar şirin ve legal görünüm çizilip sulandırılmaya çalışılsa da Kur’an’ın adaletine uygun olmayan prensiplerdir. İslâm hariç her türlü zırvayı, seçenek veya öneri gibi sunan siyasetçiler, yazarlar, programcılar vs. zevat da kimse putçuluğu sorgulamasın diye argüman üretip sürekli avamı oyalarlar. Zaten biraz gündem sıkıştığında maçlar yetişir vs.
Bediüzzaman Hazretlerinin bu prensibe dair, bir asır önce kaleme aldığı mükemmel ifadeleri ile bitirelim inşallah:
Zulmün şedit bir nev’i
Dünyaca havas tanılan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukara aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken, esarete, mahkûmiyetlerine müncer olmuştur.
Bir işte mehâsin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir, seyyiat olsa, avama taksim edilir.
Mesela, bir tabur galebe çalsa, şan ve şeref kumandana verilir, taksim edilmez. Mağlûp olduğu vakit, seyyie tabura taksim edilir. Meselâ bir aşiret namuskârane bir iş etse, “Aferin Hasan Ağa” derler. Fenalık ettikleri vakit, “Tuh! Ne pis aşiretmiş” diyecekler.
وَاِذَا تَكُونُ كَرِيهَةٌ اُدْعٰى لَهَا وَاِذَا يُحَاسُ الْحَيْسُ يُدْعٰى جُنْدُبُ
(Musibet geldikçe bana bağırıyorlar. Tatlı yendikçe Cündüp/Yağmacı çağrılıyor.) kavl-i meşhuru, şu acip zulmün tercümanıdır.
Hem de şu içtimâi sistemdeki damar-ı zulmün bir mecrâsı da şudur: Yüksek tabakadaki birinin öldürülmesiyle, çok seneler matem tutulur. Hâlbuki, onun cinayetiyle tabaka-i avamda yüzer, belki binler kişi telef olsa, bir iki günde unutulur. Şu ise, adalet-i Kur’âniyeye zıttır. Bir şah, bir gedayı öldürse, şeriat kısasa hükmeder, ikisini bir görür.
Selam ve Dua ile…
Fatih SAFİTÜRK / 17.01.2021