Devlet ve Hürriyet

Korumak, sürdürülmesi ve korunması arzu edilen bir varlığın, bir değerin bulunmasını gerektirir. Bu dışa karşı koruma, devletin “istiklal”ine tekabül eder. İstiklali sayesinde devletin korumak istediği değerler sisteminin tamamı, “iç düzen”dir.

Hiç şüphesiz, iç düzen deyimi, toprak bütünlüğü veya belirli bazı özelliklerden ibaret bir anlam taşımaz. Bilakis iç düzen deyimi içine, o devletin bünyesinde yer alan “beşerî-millî” camianın, kısaca fertlerin yaşayış ve ilişkilerinin, onların refah ve saadetlerine yönelik şekilde düzenlenmesi ve bu amacı sağlayacak her türlü hukuki, sosyal, ekonomik, moral ve tarihi imkanları, kuruluşları, hakları ve hürriyetleri birlikte sağlamak şartını da dahil saymak gerekir. Kişilerin refah ve saadetlerinin ancak ve en başta doğuştan sahip oldukları hak ve imkanların geliştirilmesiyle kaim olabileceği hususu, bugün olumlu ve samimi düşüncenin inkar edemediği gerçeklerdendir. Bunların topuna birden kısaca hürriyet denilmesi halinde, devletin ana fonksiyonlarının dışa karşı istiklalin, içte de hürriyetin temini, tazimi ve korunması olduğu sonucuna varılabilir.

Devletin ana fonksiyonları bunlar olunca; zamanımız devletlerinin rejimlerinin birçok keskin zıddiyetler gösterisinin sebepleri ve bunun izahı nasıl mümkün olabilir?

Bu soruya cevap ararken bir noktanın kesinlikle gözden kaçırılmaması gerekir. Bir devletin, devlet olarak hakkı ve imkanı, bu her iki fonksiyonu bir arada yerine getirebilmesi derecesinde var sayılabilir, daha doğrusu haklı görülebilir. Devletin bu fonksiyonlardan birini tamamen yerine getiremez hale düşmesi, o devletin ya yıkılışını ifade eder ya da yıkılmasını haklı kılar…

Rejim farkları, devletin bu iki fonksiyonunun nispet ve denge değişmelerinden ve bozulmalarından doğar. Tıpkı hava gibi. Filhakika, hava, başlıca oksijen ve azot gazlarının belirli orandaki karışımından meydana gelmiştir. Şüphesiz, havanın her yerdeki ve her yükseklikteki gaz nispetleri oranı değişiktir.

Ancak ne olursa olsun havanın “yaşanabilir” bir ortam olarak kalabilmesi için oksijen ve azot dengesinin belirli oranların dışına çıkmaması gereklidir. Oksijen oranının ziyadesiyle azalması, insanın oksijensizlikten boğulmasına sebep olması gibi, azot nispetinin belirli bir orandan aşağı düşmesi de bazı hallerde ciğerlerin, hatta bütün vücudun yanmasına sebep olabilir…

Aynen bunun gibi, istiklalin devletin tek ve biricik fonksiyonu ve yaşama sebebi olarak görülmesi ve böyle kalması halinde, kişiler hürriyetsizlikten boğulabilirler veya tersine, istiklâlsiz bir hürriyetin de dışarıdan gelen tehlikeler sebebiyle yanıp yok olması bahis konusu olur. Böyle bir devletin devamı mümkün değildir, gereği yoktur.

Görülüyor ki, fonksiyonlarını gereği ile yerine getirebilecek ve vatandaşlarını maddi ve manevi alanlarda gerçekten mesut edebilecek bir devlet idaresi, istiklal ve hürriyet mefhumlarının birini ötekine feda etmeyen bir idare olabilir. Hatta, aslında istiklal ve hürriyetin bir mazruf ve zarf (iç ve muhafaza) ilişkisi içinde düşünülmesi ve istiklalin, hürriyetlerin korunma ve kullanılabilmesinde temin edici, imkan verici bir asgari şart olarak değerlendirilmesi belki de maksada daha uygun düşer. Bu düşünce ölçü alındığında istiklalin, hürriyete giden yolda bir merhale sayılması gerekir.

Ancak bu, hiç şüphesiz, istisna kabul etmez bir kural ve zaruret olarak düşünülemez. Zira, devletlerin hayatı süresinde tehlikeli durumlar belirebilir. Bu tehlikelerin dış tehlikeler olması veya yine devlet hayatını yıkabilme hedefi ve ihtimali taşıyan iç huzursuzluklar olması halinde, istiklal endişesinin ve hürriyetleri koruma görevinin geçici süreler için olağan dışı tedbirlere ihtiyaç hissettirmesi devletin hayatını koruma gayretlerinin hürriyetleri geliştirme çalışmalarına üstünlük kazanması zorunluluğu belirebilir. Hatta bu hal, bazen bir emrivaki halinde doğabilir.

İşte, çeşitli devlet rejimleri arasındaki farklılıkların büyük bir kısmı istiklal endişesinin sebep olduğu hürriyet fedakarlıklarının geçici bir katlanma ve istisna olmaktan çıkarılarak, daimileştirilmesinden doğmaktadır. Hürriyetler konusunda halka fedakarlıklar yüklenmeyi öğütleyen idarecilerin, bu fedakarlıkların süresini ve dozunu belirlemekte -samimi hareket etmeleri halinde dahi- çok defa farklılık ve isabetsizliklere düşmeleri muhakkak olduğu gibi, çok defa bu zaruret hali iddiası, iktidar sahiplerince sun’i olarak da meydana getirilmektedir.

“Memleketin yüksek menfaatleri”, “Milletin beka ve âtisi”, “Dünyanın karışık durumu” gibi, etkili fakat çok ender olarak haklı ve yuvarlak sözler, hemen hemen bütün tarih boyunca devletin istiklal endişesinin haksız bir şekilde istismarı suretiyle hürriyetlerin kısılması ve yok edilmesi için müstebitlere formül ve vesile vazifesi görmüştür.

Bu duruma yakın tarihten bir örnek olarak Hitler Almanya’sı rejimini göstermek mümkündür. Almanya’nın bin yıllık istikbali teranesiyle Alman milletinin hürriyetlerini tedricen yok etmiş ve bir diktatörlük kurmuştur.

İstiklal ve savaş endişesiyle hürriyet kısıntıları İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de de olmuştur. Ancak bu kısıntılar maksadı aşmamıştır. Ve işte asıl önemli olan bunun ayarlanabilmesidir… Demek oluyor ki, zaruret hali ne kadar önemli ve yüksek olursa olsun, limiti hiçbir zaman aşmamak, hürriyetleri tamamen yok etmemek ve tehlike geçer geçmez de kısıntıları kaldırmak gereklidir.

Yoksa, istiklalin korunması bahanesiyle de olsa, hürriyetlerin tamamen yok edildiği bir memlekette, artık istiklalin gayesi de kalmamış olur. Böyle bir durumda, istiklale kastedenlerle hürriyetlere kastedenlerin vatandaşlara göre manevi uzaklıkları aynıdır denilebilir….

Uzun ve acı tecrübelerden sonra, günümüzün hürriyet ve insan hakları anlayışı, bu ölçüyü kısmen tespit etmiştir. Kamu yararı, hatta milli güvenlik gibi sebeplerle dahi temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulamayacağı prensibi, hemen bütün hürriyet esasına dayanan devlet rejimlerinde, değiştirilmez ana ölçüler olarak belirmiş ve kabul edilmiştir…

Hürriyetlerin kısılması ve ortadan kaldırılması yönündeki gayret ve saldırılar, sadece istiklal endişesi veya bunun bahanesiyle iktidar sahiplerinden gelmez. Çok defa zulme karşı kurtarıcı ve hürriyet yetersizliklerini gerekçe yaparak kahraman gibi ortaya çıkanların da, daha sonraları hürriyetleri ortadan kaldırma merakına, akışına kapıldıkları görülmektedir…

Bütün bu tespitlerden çıkarılabilecek sonuç şudur ki, hürriyetsiz bir istiklal; bir devlet ve temsil ettiği toplum için, bir saadet, şeref ve mazhariyet vesilesi olamamaktadır…

Hürriyet ağacı, ancak vatan bahçesinde yetişebilir. Ve istiklal, bu ağacı dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak için gerilen bir çit, çekilen bir duvardır. Fakat, hürriyet ağacının karşılaşacağı tehlikeler, dışarıdan gelebilecek olanlardan ibaret değildir. Bahçe içine girmiş veya öteden beri içeride bulunagelen hürriyet hainleri, hırsızlar, hürriyet gasıpları da meyvelere ve hatta bizzat ağacın tamamına kastedebilirler..

Hürriyet ağacının bunlara karşı korunabilmesi de, en az istiklalin savunulması kadar önemli ve zorunludur.

HÜRRİYETİN ALFABESİ / DR. NADİR LÂTİF İSLÂM (1977)

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!