Bu bölümde, kralların, padişahların, devlet büyüklerinin, zenginlerin veya şöhretlilerin değil, hatta bu tabakaların elinde olan sanat ve yönetim biçimleri gibi konuların da değil; doğrudan halkın nasıl yaşadığını işlemeye çalışacağız inşallah.


Halk ve Yönetenler Arasındaki Etkileşim

Malum olduğu üzere İslâmi kaynaklarımızda halkın yaşadığı şekilde yönetileceği merkezli bir çok ifade mevcuttur. Nitekim İstanbul’un fethi müjdesinde Efendimiz’in (asm) “ne güzel emîr ve ne güzel ordu” şeklinde de yer alan ifadeler bu işin bir bütün olduğunu göstermektedir. Münferit olayların özellikle olumsuz yönde yöneticilerin şahsiyetleriyle biraz daha ağır bastığını da görmekteyiz. Ancak hayırlı ve olumlu geçen dönemlerde yöneticinin halkın ekser durumunu yansıttığını görürüz.

Ancak tarih, vesikalar üzerinden gitmek durumunda olduğu için; vesikaya geçen yöneticiler veya ileri gelenlerden bahsetmek durumunda kalmaktadır. Bu da bilimsel olarak olağan bir süreçtir. Ancak bizler sosyolojik olarak bu vesikalarda geçen konulardan bazı çıkarımlar yapıp, vesikalardaki gerçeklerle çelişmeyen yorumlar yapabiliriz.

Minik bir tur yapalım ve aralarda da değerlendirmeler paylaşalım:

Koçi Bey Risalesi ki, 1631-1632 yıllarında kaleme alınmış ve 4ncü Murad’a arz ettiği devlet idaresindeki yanlışlık ve yolsuzluklara yönelik tespitlerini içeren bir rapordur. 1nci Ahmed ile başlayan görev dönemiyle, en son Sultan İbrahim ile toplamda beş Osmanlı Padişahı döneminde muhtelif görevler üstlenmiş olan Koçi Bey’in son derece net ve cesaret isteyen ifadelerle dolu bu risalesi, bize halk tarihi noktasından da önemli bir kaynak imkanı sunmuştur. “Okumalar” bölümünde de sıkça yer alacak olan bu risale okumalarını Ali Kemali Aksüt’ün 15/10/1937-Kadıköy Tarihli eserinin 1939-İstanbul baskılı nüshasından paylaşıyor olacağız.

Bu metinlerde bir yandan o dönemde bile böyle bir eleştirel yaklaşımı hazmeden Osmanlı padişahlarına şahit olurken, bir yandan böylesi bir rapor hazırlamak için gereken vukufiyete sahip devlet adamlarının varlığına da şahit olmuş oluyoruz. “Demokrasi” vs. sözde kavramlarının içleri, günümüzde de, tarihte de hiç doldurulamamışken, yaklaşık dört asır önce ecdadımızın duruma bakışını bir kenara not edelim. Ancak bu şekilde bir raporun da ihtiyaçtan ortaya çıkacağı gerçeği ile, günümüzün sorunlarının bir anda ortaya çıkmadığına da şahit olmuş oluyoruz.

Bu yolculuklarımızda göreceğiz ki:

Problemlerimiz Cumhuriyet Döneminde veya Osmanlı Devletinin son 1-2 asrında başlamamış. İslamiyet’in hüküm ve kuralları o kadar sağlam, insana ve topluma o kadar uygundu ki, bir çok su-i istimal olsa bile temel yönetim şeklinde bu kurallar benimsendiğinde, asırlar boyu bir devleti ve milleti ayakta tutabiliyordu.

Ahmed Rasim, Resimli ve Hatıralı Osmanlı Tarihi eserinde 3ncü Murad (1574-1595) döneminde kayırmacılığın ciddi boyutlarda olduğunu ifade eder ve devamında da aşağıdaki paragrafı not düşer.

“Devletin bütün büyük mansıbları(memuriyet/mevki), gene kadın dalavereleriyle, hep para canlı, ikbal düşkünü, harisicah, hamiyetsiz yabancıların “ecnebi serserilerinin” eline geçmiş idi.”

Koçi Bey, risalesnin hemen girişinde “kötülüğün, gürültünün, fitne ve fesadın kabul edilmesinin sebeplerini mülahaza edip, Padişaha işittirmek için fırsat kolluyorduk” der ve kendisine böyle bir görev verildiği için hamdeder. (Toplamda bir paragrafı dolduran bu bölümü özetleyip çevirdik.)

Yani Peygamber Efendimizin (asm) zamanında dahi olan, fitne ve fesatlardan Selçuklu veya Osmanlı zamanlarındaki dedelerimiz arınmış değillerdi haliyle. Çözüm yolunun “Dinin kurallarına ve Şer-‘i Muhammedî’ye uymakla olacağını ifade eden bu raporların hazırlandığı dönemlerde bile bunlar yaşanıyorken, İslâmın yani Allah’ın (cc) emrettiği gibi yaşamanın Müslümanlar tarafından bile ağza alınmadığı günümüze, öyle İslamın zirve dönemi veya yönetimini kusursuz görmenin eblehliğine dikkati çekmiş olalım.

Bu tespitlerin kayıtlara geçirildiği tarihlerden yaklaşık üç asır sonrasında da Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye raporlarında görüyoruz ki aynı dertler, daha da vahim detaylarla devlet kayıtlarına geçmeye devam etmiş. Peki sonraki yani içinde bulunduğumuz zamana kadar olan bir asırda ne oldu? Sanırım geçen asır, en çok vesikanın, hatta şahit olunan ve dinlenilen hatıraların şahitliğinde; hiç de parlak geçmedi. Bu süreçte sadece toprak kaybetmediğimizi de anlamamız için epey vesika mevcut.

Günlük gazetelerin bazılarında bu cümleden olarak “içtihad” gazetesinde ilmî, ahlakî, hiçbir mevzu’a müstenid olmayan ve münhasıran İslâm Dini hakkında veya zaruri rükünlerini tezyif gayesi/küçümsemek gözetilerek yazılmış bulunan bazı fıkralara tesadüf edilmekte olduğundan, hangi millet ve dine mensub ve sâlik oldukları anlaşılamayan bu kabil kimselerin neşriyat-ı vakı’ası doğrudan doğruya devletin din ve güneşi olan İslâm’a hakaret manasını tazammun ettiği cihetle….(Diye devam ediyor… Yani herşey göz göre göre, göz yumula yumula yaşanıyordu, tıpkı şimdiki gibi…)

Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye’nin 18 Aralık 1918 Tarihli toplantısından.

“Halk Tarihi” kategorisinin devamı için tıklayınız!

error: Content is protected !!