Toplum ve Fert Arasındaki “Hak” İlişkisi

Toplum, malumunuz olduğu üzere fertlerden oluşur. Ancak “toplum” dendiğinde; bütün fertlerin bütün özelliklerini yansıtan homojen bir yapı anlaşılmamalıdır. Bunun yerine fertlerin muhtelif gruplaşmaları ve tercih birlikleriyle, gruplar halinde birlikte oluşturdukları yapı, “toplum” u daha iyi yansıtır diyebiliriz.

Anayasal anlamda da bu grupların en üstünde “devlet” çatısı, fiili olarak bulunur. Devlet, diğer grupları kapsamakla birlikte fert fert de vatandaşlarına karşı sorumlulukları olan bir yapıdır. Bu yapının da yönetimi muhtelif şekillerde, yine fertlerin elinde tutulur. Dolayısı ile bazı fertlerin , bütün fertleri “gerektiğinde” zorla da olmak üzere yönetme yetkisine sahip olduğu yapıya devlet diyebiliriz.

Bu “gereklilik” şartları her devlette farklılıklar gösterebildiği gibi, uygulama farklılıkları da mevcuttur. Yine devleti yöneten fertlerin, yönetime geliş şekilleri de farkı farklı olabilmektedir ve bu farklılıklara “rejim” tanımı ile izah getirilebilir. Yani rejimler veya yönetim sistemleri değişse de temel olarak “devlet” kavramı hepsinde bu şekilde bulunur.

Millet olarak bizim, özel hassasiyet alanlarımızdan biri olan “devlet” anlayışımız, çoğu zaman bürokratik bir sömürüye araç olarak kullanılmıştır. Aslında millet olarak kurduğumuz çok sayıda devletin, bir gayeye hizmet etmek için kurulan ve birbirinin devamı olan anlamındaki “Devlet ebed müddet” ifadesini bile bürokratik ebediyet gibi algılayan bir kafaya gelinmiştir artık.

Devletler…

Hâlbuki devletler, yazının başında da basitçe anlatmaya çalıştığım gibi fertlere hizmet için oluşan yapılardır veya öyle olmaları murad edilir. Ancak teorilerde, sloganlarda veya bazı uluslararası beyannamelerde bulunan bu sözde maksat, uygulamada karşımıza çıkmaz. Yalnız “İslâm Devleti” olarak ifade edebileceğimiz ve şu an dünyada bir örneği kalmamış olan, İslâmî kurallara göre yönetilen sistem, hem teoride hem de pratikte bunu görebildiğimiz tek yapıdır.

Bu İslâm devleti, temel bütün kurallarını İslâm dinine göre belirler ve doğrudan İslâmî kurallarda bulunmayan konularda da yine İslâm dininin ilmî metotları ile içtihad yapar ve yasama faaliyetini de gayr-i İslâmi olmamak üzere yürütür.

Bizim ecdadımız da, her uygulama ve her dönem için tam anlamıyla tatbik edildiğini söylemek zor da olsa, ana yönetim biçimi olarak böyle bir devlet anlayışını yaşatmışlardır. Dolayısı ile bizim, millet olarak devlet hassasiyetimiz bu din/İslâm temelli, fert hakkı için kurulmuş ve yine fertlerin hukuku için yaşayan bir kurum olduğu için her birimizin teslimiyet ve itaatinde farklı bir yere oturmuştur.

Ancak İslâm’ın, devlet anlayışı ve yönetim biçimi olarak kullanılmaması, hatta mümkün olduğu her alanda zıttı ne ise onun tercih edilmesi ile işleyiş tersine dönmüştür. Yönetim biçimi olarak hangi isimler kullanılırsa kullanılsın değişmeyen tek şey; fertler yani halk, devlet için yaşar olmuş ve devlet hizmet eden değil, hizmet alan olmuştur.

Günümüzde de hala bu “dinsizlik” temelinde kurulan bu devletler hüküm sürmektedir. Her ne kadar, sonuna gelindiği artık iyiden iyiye kendini hissettirse de şu an mevcut durum budur. “Laiklik” kavramı da teoride devletin sözde tarafsızlığı gibi anlatılsa da uygulamada çoğu ülkede “dinsizlik” aracı olarak kullanılmıştır.

Komünizm, sosyalizm gibi bütün “izm” temelli yönetimlerde, ırk temelli “ulus devletlerde” veya “laik” cumhuriyetlerde de hep aynı ortak nokta belirgindir: Halk, devlet için vardır! Bütün bu sistemlerle yönetilen ülkelerin ders kitaplarında tam aksini utanmadan işleseler de uygulama her zaman aksi şeklinde gerçekleşmiştir.

Zalim düsturu!

Bu anlayış, öyle bir zulüm kapısını açmıştır ki Mim’siz medeniyet, sözde devletlerinin ve sistemlerinin devamı için milyonlarca insanı, savaşlarda çok kısa zaman dilimlerinde katletmiştir. Bu düzenin hakim olduğu zamanlardan beri de bu sayı artık milyarlar diyebileceğimiz düzeyde devam etmektedir.

Adına “Birleşmiş Milletler” dedikleri kurumlar gibi kurumlar üzerinden, arsızca halkları sömürmeye devam etmektedirler. Öncelikle ifade etmeliyim mi olması gereken ifade “milletler” değil, “BirLEŞmiş Devletler” dir. Atom bombası kullanılışı, Filistin Devleti’nin haritadan silinişi, Bosna katliamının seyredilişi, hep bu zalim, gaddar Mim’siz medeniyetin halklara yansıyan uygulamalarıdır.

Tam da burada Bediüzzaman Hazretlerinin Toplum ve Fert arasındaki hukuka dair Kastamonu Lahikası eserindeki ifadelerine dikkat kesilelim:

“…Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor. Çok mâsum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz, gaddar medeniyetin zâlimâne düsturu olan, “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaate feda etmez; “Hak haktır; küçüğe, büyüğe, aza, çoğa bakılmaz” diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında…”

İslâmda ise…

Yine Bediüzzaman Hazretleri, adalet meselesinde, Maide Sûresi 32nci Ayet-i Kerime tefsirinde:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا

Âyetin mânâ-yı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.

İşte sözde “fert” için kurulan devletlerin uygulaması gereken hak düstur budur! Alıntı yaptığım paragrafın son cümlesi olan “Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.” başka bir konudur. (15 Temmuzda da örneğini gösterdiğimiz gibi, kendi rızamızla hamiyet namına can feda etmek gibi…)

Günümüzdeki devletlerde, “derin devlet”, “paralel devlet” gibi yapıların oluşmasına da, yapılan darbelerde de hep bu sözde “devlet için…” bahanesi, fikir olarak bulunmaktadır.

Aynı bahaneyi, legal yönetimler de farklı alanlarda hak yemek için kullanmaktadırlar. Vergi aflarından, ceza aflarına kadar bir çok uygulama, hak sahiplerine rağmen sözde “devlet için…” yapılmaktadır. Yapılan yasalarda ve yönetmeliklerde de hep aynı zihniyetin yansımalarına şahit olmaktayız.

Aynı zihniyetin tezahürü olan konulara ilişkin diğer yazılarım için okumadıysanız:

Bu ve benzeri bir çok konuda devletin asıl gayesini anlamak mümkündür. Örneğin: Halk için belirlenen asgari ücret miktarı, güya halka hizmet için çalışan en düşük memurun maaşının haklarıyla birlikte yarısına denk gelmesi, kimin kime hizmet ettiğine delil niteliğindedir.

Yine asgari ücret veya memur maaşları gibi halkın alacaklarını devlet belirlerken, güya halkın vekili olan yöneticilerin maaşlarını kendilerinin belirlemesi de ayrı bir örnektir.

Bizdeki algı…

Bizleri ise öyle bir algı yönetimi ile yönetiyorlar ki zokayı yuttuğumuzun farkına bile varmıyoruz. Tarih okurken bile yapılan bütün güzel ve büyük işlerde, asıl fedakarları yok sayıp, devletler ve yöneticileri üzerinden değerlendirmeye tabi tutuluyoruz. Ancak kayıplar ve kötülükler konularında ise sorumluluğun hep halka veya bazı görevlilere yüklendiğini okumak zorunda kalıyoruz.

Yani savaş değerlendirmelerinde bile, zaferlerin orduya taksim edilmesi, mağlubiyetin kumandana verilmesi düsturunu da bize unutturmuş oluyorlar.

“Adam padişah”,

“adam koskoca başkan”,

“adam devleti temsil ediyor o kadar olacak “

gibi bahanelerle devlet yöneticilerinin veya kamu çalışanlarının, temsil ettiği insanlardan lüks yaşaması için aklî bir gerekçe olamaz!

(Okumamış olanlar için: Hz.Ömer’in Halifeliğinde Maaş)

Bu uydurma gerekçelerle sadece devlette değil, sivil toplum kuruluşlarında da aynı şekilde zulümlere ve hak yemelere şahit oluyoruz. İlk başlarda “fakirler, zor durumda olanlar” için başlayan yardım faaliyetleri veya organizasyonlar, sonra birden “daha iyi hizmet edebilmek için” zenginleşmekle sonuçlanıyor!

Dünya cihetinde hiçbir sorumluluk üstlenmeyen ve bedel ödemeyen “devlet” yöneticileri, sırf “bizlere daha iyi hizmet edebilmek için” yine bizlere, astronomik maddi bedeller ve nesillerimizi kaybettirecek manevi bedeller ödetmekteler.

Bir şehrimizde eski stadyumu satarken devlet başkanına yakalanan bir yerel yöneticinin aldığı ceza ne oldu hatırlayalım mı? Bir daha aday gösterilmemek! Hadi bu herife de üzülüp yardım edelim halk olarak oldu olacak! Veya “yine” “aldanan” başkanımıza gece namaza kalkıp dualar edelim isterseniz?

Daha acı olanı ise bir de bu lüks içindeki yaşamlarını bize ajite edip mağdur edebiyatı yapmaları! En acısı ise haftada 70-80 saat kanunlara aykırı çalıştırılıp, mesai falan da alamayan insanlarımızın, bu tiplere hayran olmaları ve hatta bunlar için birbirleriyle kavga etmeleridir!

Çözüm:

İnsanların insanca yaşaması için tek çözüm, insanı Yaradan’ın koyduğu kurallara göre nizam tesis etmektir. Yani nizam zaten var! Devlet yöneticilerinin yapması gereken, bu nizamı kürsülerden alıp yasalara geçirmektir. İcat yapmaları gerekmiyor yani. Yasaları fertlerin haklarına göre düzenleyip, bazı fertler için, bütün fertleri sömürmekten vaz geçtikleri zaman zaten mesele çözülür.

Cumhuriyet mi?

Ben teoride anlatılan cumhuriyete en yakın yönetimi Asr-i Saadette görüyorum. Mesele isim koymak değil, gereğini yerine getirmek! Artık kavramların içlerini doldurmak zamanı gelmedi mi?

Yoksa hiç değişmeyen sömürü düzenine yeni kavramlar, yeni isimler üretip devam mı edilecek?

İslâm’a ve tahrif edilmeden önceki bütün peygamberlerin davetlerine ilk karşı çıkanlar kimlerdi?

Cevap basit: Zenginler ve sözde “soylular, asiller”.

Şu anda da İslâm Devletini kimler istemiyor acaba?

Aynı tipler ve minik rüşvetlerle beyinlerini kiraladıkları algı kurbanı sefiller.

Bunlar yüzünden yine susuzluktan, açlıktan insanlar ölüyor. Çocuklar yetim ve öksüz kalıyor. Tarım arazileri yok ediliyor, tohumlar bozuluyor, dünya beton oluyor… Ve kendileri bozdukları bu kainatı, yine güya üzülüyormuş gibi bize anlatıyorlar. Halkların eriştiği tek “eşitlik” sömürülme oluyor!

İslâm Devleti, bütün insanlık için tek hakkaniyetli yönetim yapısıdır! Hakkına razı olan, haktan yana olan, hak yemeyen ve kendine sözde “asillik, yücelik” isnad etmeyen herkes bu uğurda mücadele etmelidir.

Mücadele de önce dinimizi öğrenmekle olur. Rabbim, İslâmsızlığın nasıl bir zulüm olduğunu idrak etmeyi ve bu mükemmel dine tabi olmayı hepimize nasip etsin. Amin

Fatih SAFİTÜRK / 14.01.2021

4 Yorumlar

  1. Halkların eriştiği tek eşitlik sömürülme oluyor… Yaşadığımız eşitliği en iyi anlatan cümle. Allah razı olsun. Ellerine ve yüreğine sağlık..

  2. Amin Allah razı olsun.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!